22 Haziran 2017 Perşembe

Uykusuzluk Sorunu Genetik mi?

Yeni yapılan araştırmalar, insomni yani uykusuzluğun genetik nedenleri olabileceğini ortaya çıkardı. Amerikalılar’ın yüzde 10‘unu etkileyen insomni, kişinin uykuya dalmasını, uyku halini sürdürmesini ya da uyanınca yeniden uyumasını engelleyen bir bozukluk. Kronik insomni ise şeker ve kalp-damar hastalıkları, obezite ve depresyona neden olabiliyor.
Uzmanlar, uykusuzluğa psikiyatrik, çevresel ya da tıbbi nedenlerin yol açabildiğini biliyordu. Ancak 113 bin insan genomunun haritasının çıkarılması, uzmanlara, uykusuzluğa genetik etkenlerin de neden olduğunu anlama fırsatı verdi.
Bu çalışma, uykusuzluk tedavisinde yeni yaklaşımlar geliştirilmesine ve uyku bozukluklarının sadece psikiyatrik etkenlerden kaynaklanmadığının anlaşılmasına olanak sunacak.
Nature Genetics dergisinde yayınlanan araştırma, çalışmanın veri kaynağı olan İngiltere’deki biyolojik banka UK Biobank’in de ne kadar güçlü ve etkili olduğunun bir kanıtı. 2007 yılında başlayan UK Biobank girişimi, en az 25 yıl boyunca 500 bin deneğin izlenmesini ve bu denekler hakkında hayat tarzı, çevre ve sağlığa ilişkin veriler toplanmasını amaçlıyor. Araştırma kapsamında tüm deneklerin gen haritaları çıkarıldı.
Uzmanlar gen haritası üzerindeki tüm bölgeleri inceledi ve on milyon bölge üzerinde uykusuzluğa dair veriler olup olmadığını test etti. Denek sayısının artması, uzmanların testler sırasında tesadüflerle karşılaşma riskini düşürüyor. UK Biobank’ın büyüklüğü, bu nedenle kritik önem taşıyor.
Araştırmacılar, uykusuzluğun yüzde 50‘sinden genetik etkenlerin sorumlu olduğuna zaten inanıyordu. Amsterdam’daki Nörogenomik ve Zihinsel Araştırmalar Merkezi’nde yapılan yeni analizler, uykusuzluk riskinin sadece yüzde 9‘undan sorumlu olan yedi farklı gen keşfetti.
Araştırmaya katılan uzmanlardan Danielle Posthuma, bu sonuçtan, uykusuzluğun sadece kalıtsal olduğu sonucu çıkmadığını, böyle bir sonuca erişmek için yeni genler keşfetmek gerektiğini söyledi. Uzmanlar, geriye kalan yüzde 39‘luk riskin yüzlerce gen içinde aranabileceğini belirtiyor. Bu genleri tesadüflerden ayırmak içinse çok daha geniş kapsamlı veri setlerine ihtiyaç var.
UK Biobank’ın geriye kalan 387 bin genomu da açıklamasıyla birlikte bu süreç başlayabilir.
Bundan sonraki adımlar
Uzmanlar şimdi genlerin uykusuzluğa nasıl yol açtığını araştırmaya başlayacak.
Şimdiye kadar tanımlanan genler, beynin sinyal vermek için kullandığı kimyasal maddelerle bağdaştırılamadı. Pennsylvania Üniversitesi’nden psikoloji profesörü Philip Gehrman’a göre bu aşamada beyindeki nöronların ne kadar uyarılabilir olduğu da önemli.
Uykusuzlukla en çok ilişkilendirilen gen, MEIS1 olarak tanımlanıyor. Bu genin başka uyku bozukluklarına da neden olduğu biliniyor.
Araştırmaya katılmayan Profesör Gehrman, bu genin varlığının, uykusuzluğun genetiğini anlamaya yardım ettiğini, ancak daha katedilmesi gereken çok yol olduğunu söylüyor.
Uzman, ”Uykusuzluğun biyolojisi hakkında o kadar az bilgimiz var ki, bu konu şu anda tam bir kara kutu” diyor.

İlerleyen Yaşta Seks Yapmak Beyni Zinde Tutuyor

Coventry ve Oxford üniversiteleri tarafından yapılan bir araştırma, ilerleyen yaşlarda sık olarak cinsel ilişkiye girmenin, zihinsel fonksiyonları artırdığını ortaya koydu.

İngiltere'de Coventry ve Oxford üniversiteleri tarafından yapılan bir araştırma, ilerleyen yaşlarda sık olarak cinsel ilişkiye girmenin, zihinsel fonksiyonları artırdığını ortaya koydu.

Times gazetesinin haberine göre, araştırmada 50-83 yaşları arasındaki 73 sağlıklı kişiye seks yapma sıklıkları soruldu.

Katılımcılardan 37'si her hafta, 26'sı her ay cinsel ilişkiye girdiklerini, 10'u ise hiç seks yapmadıklarını belirtti.

Ardından katılımcılara beyin fonksiyonlarını ölçmek üzere çeşitli görevler verildi.

Bu görevlerde en başarılı olanlar, her hafta düzenli olarak seks yaptığını söyleyenler oldu.

Bu grup, ayda bir ilişkiye girenlerden ortalama 2 puan, hiç girmeyenlerden de ortalama 4 puan daha yüksek aldı.

Daha sık cinsel ilişkiye giren kişiler belli bir harfle başlayan hayvanları bir dakika içinde sayma gibi sözel akıcılık testlerinde ve karmaşık bir simgeyi kopyalama ya da saat kadranını hafızadan çizme gibi deneylerde daha yüksek puan aldılar.

Araştırmanın sonuçlarıThe Journals of Gerontology, Series B dergisinde yayınlandı.

Araştırma, cinsel ilişkiyle dopamin ve oksitosin gibi beyne sinyal götüren nörohormonların salgılanması arasında bağ olduğunu ortaya koyuyor.

Daha önce düzenli cinsel ilişkiye girmenin sözel akıcılıkta olumlu etkisi olduğunu gösteren çalışmalar yapılmıştı. Ancak seksin hafıza, dil ve dikkat üzerindeki etksini ölçen bir çalışma yapılmamıştı.

Coventry Üniversitesi'nde psikoloji, davranış ve faaliyetler araştırma merkezinde çalışan Hayley Wright "İlerleyen yaşlarda cinsel ilişkiler sadece seksin kendisi için değil aynı zamanda zihinsel fonksiyonlar için de önemli" dedi.

Bonzai kabusunda yeni tehlike!

Madde bağımlılarının sokaklardaki içler acısı hali, uyuşturucuyu gündemin en üst sıralarına taşıdı. Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları eğitim ve Araştırma Hastanesi AMATEM Kliniği Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Cüneyt Evren, son dönemlde yaygınlaşan iki tür uyuşturucu maddeye dikkati çekti. Bu maddelerden biri en az 700 türe sahip sentetik ‘kannabinoid’ maddeleri içeren bonzai çeşitleri. Diğeri ise uyuşturucu süsü verilmiş ve aslında zehirli kimyasalların püskürtüldüğü bitkiler. Zehirlerin daha önce evde bile yapıldığı ortaya çıkmıştı.

Peki yine diğer uyuşturucularda olduğu gibi öldürücü olan sentetik uyuşturucu ‘bonzai’ ve türevleri nasıl elde ediliyor? Emniyet birimleri, bonzai ve çeşitlerinin yapımında ana madde olan sentetik kannabinoidlerin yurtdışından getirildiğine belirtiyor. Maddeler farklı adlarla çeşitli ülkelerden internet üzerinden satın alınıyor. Uyuşturucu tacirleri bu maddeleri Türkiye’ye sokabilmek için çeşitli türde posta veya gemi ile kargo yöntemlerini deniyor. Bu maddeler, özel yöntemlerle tespit edilebiliyor. Öyle ki, gümrük bakanlığı’nın son 6 aydaki verilerine göre, gümrüklerde 329 milyon 443 bin TL değerinde uyuşturucu ve 2 milyon 38 bin değerinde de kimyevi madde ele geçirildi. Ancak yine de farklı isimler ve yöntemlerle bu maddelerin ülkeye girebileceği iddia ediliyor.

Bu maddelerin, ‘Araştırma Kimyasalları’ adı altında satışa sunulduğu internet sitelerinin bazıları ise adres olarak Çin’i gösteriyor. Dünyanın birçok noktasına çoğunlukla gemi ile kannabinoid çeşitleri satışı yapan sitelerde, sentetik  kannabinoidlerin birçok çeşidi bulunuyor. 100 gramı 100 dolardan 2 bin dolara kadar çıkan kannabinoidlerin satışı kredi kartları ile yapılıyor. Uyuştucu ham maddesi olan ürünlerin gönderilişinde ise ürün adının ve internet sitesinin pakette yazılmayacağı vurgulanıyor. Zehir tacirleri, bir de ürünü adeta sadece kimyasal çalışmalar için gönderdikleri yönünde yanıltıcı mesajlar yazarak,  kannabinoidi başka maddelerle karıştırmayın diye de bir not düşüyor. Uzmanlar ise bu tür ürünlerin satışını yapan internet sitelerine erişim yasağı getirilmesi gerektiğini vurguluyor.












Son dakika: Bonzai kabusunda yeni tehlike! Şok gerçek ortaya çıktı


Zehir tacirlerinin 700’den fazla çeşidi olan ‘Bonzai’yi satın alma trafiği ortaya çıktı. ‘Araştırma Kimyasalları’ adı altında uluslararası internet sitelerinde satılan ‘kannabinoid’ sentetik maddeler, ürün ve site adı yazılmadan gönderiliyor. Bu noktada denetimlerin arttırıldığı gümrüklerde, son 6 ayda 329 milyon TL’lik uyuşturucu yakalandı.

Madde bağımlılarının sokaklardaki içler acısı hali, uyuşturucuyu gündemin en üst sıralarına taşıdı. Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları eğitim ve Araştırma Hastanesi AMATEM Kliniği Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Cüneyt Evren, son dönemlde yaygınlaşan iki tür uyuşturucu maddeye dikkati çekti. Bu maddelerden biri en az 700 türe sahip sentetik ‘kannabinoid’ maddeleri içeren bonzai çeşitleri. Diğeri ise uyuşturucu süsü verilmiş ve aslında zehirli kimyasalların püskürtüldüğü bitkiler. Zehirlerin daha önce evde bile yapıldığı ortaya çıkmıştı.
Peki yine diğer uyuşturucularda olduğu gibi öldürücü olan sentetik uyuşturucu ‘bonzai’ ve türevleri nasıl elde ediliyor? Emniyet birimleri, bonzai ve çeşitlerinin yapımında ana madde olan sentetik kannabinoidlerin yurtdışından getirildiğine belirtiyor. Maddeler farklı adlarla çeşitli ülkelerden internet üzerinden satın alınıyor. Uyuşturucu tacirleri bu maddeleri Türkiye’ye sokabilmek için çeşitli türde posta veya gemi ile kargo yöntemlerini deniyor. Bu maddeler, özel yöntemlerle tespit edilebiliyor. Öyle ki, gümrük bakanlığı’nın son 6 aydaki verilerine göre, gümrüklerde 329 milyon 443 bin TL değerinde uyuşturucu ve 2 milyon 38 bin değerinde de kimyevi madde ele geçirildi. Ancak yine de farklı isimler ve yöntemlerle bu maddelerin ülkeye girebileceği iddia ediliyor.


Bu maddelerin, ‘Araştırma Kimyasalları’ adı altında satışa sunulduğu internet sitelerinin bazıları ise adres olarak Çin’i gösteriyor. Dünyanın birçok noktasına çoğunlukla gemi ile kannabinoid çeşitleri satışı yapan sitelerde, sentetik  kannabinoidlerin birçok çeşidi bulunuyor. 100 gramı 100 dolardan 2 bin dolara kadar çıkan kannabinoidlerin satışı kredi kartları ile yapılıyor. Uyuştucu ham maddesi olan ürünlerin gönderilişinde ise ürün adının ve internet sitesinin pakette yazılmayacağı vurgulanıyor. Zehir tacirleri, bir de ürünü adeta sadece kimyasal çalışmalar için gönderdikleri yönünde yanıltıcı mesajlar yazarak,  kannabinoidi başka maddelerle karıştırmayın diye de bir not düşüyor. Uzmanlar ise bu tür ürünlerin satışını yapan internet sitelerine erişim yasağı getirilmesi gerektiğini vurguluyor.
İLK TESPİT Hollanda’DAN GELEN PAKETTE
Bu tür ürünlerin yurtdışından satışına ilişkin en çarpıcı tespitlerden biri de 2 ay önce yaşandı. Denizli Emniyeti, Hollanda’dan kargoyla gönderilen pakette, 400 gram bonzai hammaddesi olan kannabinoid ele geçirdi. Olayla ilgili uyuşturucu maddenin sahibi olduğu iddia edilen 4 kişi Isparta’da gözaltına alınarak tutuklandı
.

21 Haziran 2017 Çarşamba

Kalp pilleri hack'lenebilir mi? Korkutan gelişme

Bağımsız siber güvenlik hizmetleri ve eğitimi sunucusu WhiteScope, yayınladığı bir araştırma ile dört büyük üreticinin kalp pili programcılarının 8.000'in üzerinden bug'a sahip olduğunu ve bunun da bu cihazları hack'lenmeye karşı savunmasız bıraktığını ortaya koydu.
Kalp pili programcıları, kalp pillerini takip eden ve ayarlayan cihazlar. Yapılan açıklamada hangi cihazların veya hangi açıkların bulunduğu belirtilmiyor ancak bu araştırma, bazı diğer büyük problemlerin de var olduğunu kanıtlıyor. Bu büyük problem özellikle eBay gibi sitelerden internet üzerinden belirli kalp pili programcılarının alınabilmesi...
Bunun gerçekleşmemesi ve üreticiler tarafından kontrol edilmesi gerekiyor. Diğer pek çok sebebin yanı sıra en önemli sorun, kalp pillerinin kendi programcılarını doğrulamıyor olmaları ve herhangi bir programcının, eşleşen bir kalp piline müdahale edebiliyor olması. Bu da tahmin edilebileceği gibi büyük bir risk yaratıyor.
Bütün bunlar yeterince endişe yaratıcı değilse, doktorların da programcılara giriş yaparken kendilerini doğrulama ihtiyaçlarının olmadığı fark edilmiş durumda. Bu da herhangi birinin giriş yapabileceği ve doktorun bilgisi olmadan programcıya müdahale edebileceği anlamına geliyor; programcının bir sonraki kullanımında kalp pilinin davranma şeklini değiştirebilme olasılığını ortaya çıkartıyor.
chip.com.tr'nin haberine göre küresel WannaCry ransomware saldırısının ardından hackerların bu tür bir cihaza müdahale edebilecekleri fikri de oldukça korkutucu.

Türkiye’nin Anne-Çocuk Dünyasını Anlatan Dev Araştırma: Kids&Mums

Türkiye’de bir anne çocuklarıyla ortalama kaç saat ilgilenir? Peki alışveriş yaparken son kararı kim verir; anne mi çocuk mu? Sahiden “Çocuklar artık sokakta oyun oynayamıyor” mu? Bütün bu soruların yanıtlarını IPG bünyesindeki uluslararası araştırma şirketi MBI tarafından hazırlanan “Kids & Mums” (Çocuklar ve Anneler) araştırmasında bulabilirsiniz.
TUIK’e göre Türkiye’de çocukların gündüz bakımından sorumlu olanların yüzde 86’sı anneler ve bu durum, çocuk ürünleri pazarı için yapılan planlamalarda annelerin merkezi bir rol oynadığını ortaya koyuyor. Kids&Mums markalara ve medya kuruluşlarına bu dünyanın kapılarını açmak üzere tasarlandı. Farklı yaş ve cinsyetteki çocuklar nerede ne yapıyor, annelerinin katılımı ne, favori kahramanları kim, en çok izledikleri TV kanalı, hayranı oldukları youtuber’lar, bildikleri, tükettikleri markalar, internette hangi cihazla hangi içerik peşindeler, vb? Kids&Mums, çocuk pazarlama iletişimi stratejilerine ışık tutacak önemli konuları içeriyor.
Anne ve çocuklarıyla aynı anda, 2250 kişi ile tabletle yüz yüze görüşmeyi içeren Kids & Mums araştırmasının sonuçları ise oldukça çarpıcı:
  • Oyuncak pazarının 4.8 milyon TL olarak tahmin edildiği araştırmada çocuk başına yıllık ortalama 248 TL harcama yapıldığı belirtiliyor. Çocuklara oyuncak alanların yaklaşık yarısının özel bir sebebi yok iken her 3 kişiden birisi doğum günleri için oyuncak aldığını söylüyor.
  • Anneler çocuklarıyla “başbaşa, başka bir işle uğraşmadan’’ ortalama 2 saat 42 dk saat geçiriyorlar. Bu süre çocukların yaşı küçüldükçe artıp, büyüdükçe azalıyor, öyle ki 0-3 yaş grubunda 4 saati buluyorken 13-14 yaş grubunda 2 saatin altına iniyor. Çalışma çalışan annelerin çalışmayanlara göre sadece 18 dk daha az çocuğuyla ‘’kaliteli zaman’’ geçirdğini ortaya koyuyor.
  • Çocuklara yönelik TV kanalları arasında annelerin karara katılımı yaş grubuna göre büyük farklılık gösteriyor. Örneğin 4-6 yaş grubu çocukların annelerinin %30’u çocuğu hangi kanalı izleyeceğine karar verirken bu oran 10-12 yaş grubunda %10’lara iniyor. En merak edilen konulardan biri olan annenin çocukla TV başında geçirdiği süre zarfında annenin ne yaptığı? Bu da çocuğun yaşına grubuna göre büyük farklılıklar gösteriyor. Örneğin 0-3 yaş grubunda annelerin yarısından fazlası çocuğu ile birlikte çocuk tv kanalı TV izlerken 7-9 yaş grubu çocuklarda bu oran %24’e iniyor.
  • Çocuğun yaşı ilerledikçe alışveriş sürecinde karar mekanizmalarına katılımı artıyor. Çocuklar cep harçlıkları ile ulaşabildikleri ya da tutku alanını oluşturan ürün kategorilerinde nispeten daha etkinken diğer ürünlerde 13-14 yaşa kadar annenin hakimiyeti göze çarpıyor.
  • Kids&Mums ile “çocukların artık sokakta oynamadıkları’’na dair şehir efsanesi tarihin çöp kutusuna atılıyor. Araştırma sonuçları çocukların hâlâ bir yolunu bulup sokağa çıkabildiğini, küçüklerin de anneleri tarafından parka götürüldüklerini gösteriyor. Online oyun oynama düzeyi yüzde 62 gibi yüksek sayılabilecek bir oranda olsa da çocuklar, hâlâ klasik oyuncaklara ve sokaklara dijital cihazlardan daha fazla zaman ayırıyor.
  • KAYNAK

İzmir'de çocuk istismarında şok artış

İzmir’de çocuğa yönelik şiddet ve cinsel istismar suçları endişe verici şekilde artıyor. İzmir Barosu Çocuk Hakları Merkezi’ne 2015 yılında yapılan başvuru sayısı 715 iken, bu rakam 2016-17 Nisan ayları arasını kapsayan dönemde 3 bin 100’e yükseldi. İzmir Barosu Genel Sekreteri ve Çocuk Hakları Merkezi sorumlusu Avukat İlke Erol, Aydınlık Ege’ye sorunun çözümüyle ilgili çalışmaları anlattı. Erol, çocuğa yönelik cinsel istismarın kanayan yara olduğunu belirterek, “İzmir’e haksızlık etmek niyetinde değilim ama artan olayları da göz ardı edemeyiz. 2016-2017 Nisan ayları arasında CMK servisimize cinsel istismar başvurusu 3 bin 100’e ulaştı” dedi.
CİNSEL İSTİSMAR İLK SIRADA
Avukat Erol, çocuklara yönelik suçlarda, cinsel istismarın yüzde 49 oranıyla ilk sıralarda olduğuna dikkat çekti. Erol, şunları söyledi: “Ensest ilişki, aile ve çocuğun güvenerek yanına gittiği kişiler tarafından yapılıyor. Çocuklar en güçsüz en korunmasız varlıklar. Bu nedenle sorun yaşadıklarında Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne (ASPİM) ya da bize başvurabilirler. Bizim amacımız çocuğu korkuyla donatmak değil. İzmir Barosu Çocuk Hakları birimi olarak belediyelerde, okullarda rehber öğretmenlerin öngördüğü zamanlarda ergen psikoloğu ile beraber, çocukları ve öğretmenleri eğitmek için ders vermeye çalışıyoruz. İzmir Büyükşehir, Karabağlar, Bornova, Urla ve Karşıyaka Belediyesi’ne bağlı semt merkezlerin de ebeveynlere eğitim veriyoruz. 14 Şubat’ta Adliye Çocuk Hakları Merkezimizi hizmete geçirdik. Sabit hat aldık, 400 00 14 numaralı telefondan tüm vatandaşlar ulaşabilirler. Devletin hattı ise Alo 186 şeklinde, ASPİM’e aittir. İzmir Adliyesi’nde gönüllü bir avukatımız sabah dokuz akşam altı nöbet tutuyor. Çocuk Hakları Merkezimizde yüze yakın avukat görev yapıyor. Şikayetlerin yüzde 60’ı okullardaki rehber öğretmenler tarafından yapılıyor. Baroya gelen şikayetlerin yüzde yüzü gerçek. Adli sürece böylece girmiş oluyor. 6284 sayılı kanuna göre kadına ve çocuğa şiddet ya da cinsel istismar uygulanıyorsa hem çocuk hem anne koruma altına alınıyor.”
ÇOCUK İŞÇİLİĞE SON
Avukat Erol, çocuk işçilik konusuna da değindi. Erol, “On beş yaşındaki tüm çocukların yeri oyun alanları olmalı. Çıraklık kanunu var ama o da on sekiz yaşa çekilmeli. Yasa gereği on sekiz yaş altı tüm bireyler çocuktur. On beş yaş altı çocuklar çıraklık adı altında istismar ediliyor” dedi. 4+4+4 sisteminin uygulamaya konulmasından sonra çocuk işçilik yaşı, on üçe inmiştir. Kayıt altına alınabilen rakam bu. Zorunlu eğitim yaşı düşürüldüğü için çocuklar okulunu bitirmeden çalışma hayatına atılıyor. Bütün toplum çocuğu korumak zorunda sadece polis, okul ya da sosyal hizmetler değil. BU anlamda duyarlı olunmalı” ifadelerini kullandı.
Reklamdan sonra devam ediyor 

Uyuşturucu konusunun çocukları olumsuz etkileyen bir diğer konu olduğunu anlatan İlke Erol, “Baro olarak madde bağımlısı çocukları da araştırıyoruz. Ama burada Çocuk Madde Bağımlısı Tedavi Merkezi (ÇAMATEM) yetersiz kalıyor, yatak sayısı yetersiz” uyarısında bulundu.
İKTİDAR SUÇ ATMOSFERİ YARATTI
Çocuk İstismarıyla Mücadele Derneği Genel Başkanı Canan Arıtman, çocukları hedef alan suçların iktidarın yarattığı atmosferle birlikte arttığına dikkat çekti. Arıtman, “Bu ülkede her gün dört ila altı saat ara ile çocuğa karşı suç işleniyor. Çocuklar şiddet ve istismara maruz kalıyor. Bu ortam siyasi iktidarın yarattığı atmosferdir. Dokuz yaşında evlendirilenler çocuktur, kadın değildir. Devletin çocuğa karşı şiddeti ve istismarı caydırma politikası yok. Gerçek istatistik rakamları da bilinmiyor. Çocuğa karşı suçların yüzde on beşi kayıtlara geçiyor yüzde seksen beşi bilinmiyor. Aile içi ensest ilişkilerin ise sadece yüzde beşi adliyelik oluyor. Karma eğitim kalktıkça otobüsler ve kamu alanlarında haremlik selamlık arttıkça suç oranı artıyor” ifadeleriyle durumun vahametini anlattı.
YAPILMASI GEREKENLER
Arıtman, çözüm noktasında dernek olarak yaptıkları faaliyetleri ve yöneticilerin yapması gerekenleri şöyle anlattı: “Devlet kadını ve çocuğu koruyan caydırıcı yasal önlemler almalı. Bazı cezalar arttırılmalı. Polis, jandarma ve diğer devlet kurumları bu kararın arkasında durmalı. Örneğin İngitere’de küçük yaştaki insanlara tecavüz suçunun cezası ağırlaştırılmış müebbettir. Ben milletvekili iken bu konuda yasa önerisi getirdim anket yaptım bir milyon elli bin kişi yasa önerisini o gün için destekledi. Derneğimizde bu konuda rehber öğretmenlerle birlikte dersler verdik. Rehber öğretmenler çocuk suçlarını Emniyete bildirmediklerinde suç işlediklerini bilmiyorlar. Ülkedeki tüm anne babalar çocuk eğitimi ve aile danışmalığı eğitimi almalı.”

Hızla yükselen ether, yeni bitcoin olabilir mi?

İsmi dijital para birimleriyle özdeşleşen bitcoin son dönemde rekor yükselişiyle adından söz ettirse de daha ne kadar zirvede kalacağı konusunda soru işaretleri var. Zira bitcoin, alternatif dijital para birimleri karşısında eskisi kadar güçlü değil. Yarışta en çok yükselense, yıl başından beri değeri yüzde 4 bin 500 artan ether.
Dijital para birimlerini yakından inceleyen University of Cambridge, yakın zaman Global Cryptocurrency Benchmarking Study başlıklı bir araştırma yayımladı. Kripto paraların küresel durumunu inceleyen araştırma, son dönemde piyasayla ilgili pek de bilinmeyen tahminleri akademik bir açıdan ortaya koymasıyla türünün ilk örnekleri arasında. Visa tarafından desteklenen araştırmada, öne çıkan verilerden ilki, kripto paraların toplam piyasa değeri içinde bitcoinin belirgin düşüşü.
Aşağıdaki grafikte görebileceğiniz gibi, Mart 2015’te bitcoinin toplam piyasa değeri içindeki payı yüzde 86 iken, Mart 2017’de bu oran yüzde 72’ye inmiş. Aynı dönemde yüzde sıfır olan etherin piyasa değerinin toplama oranı, Mart 2017’de yüzde 16’ya çıkmış durumda. Etherin alternatifi olduğu ve gizlilik önceliğiyle fark yaratan dash, bu sürede yüzde 8’den yüzde 3’e düşmüş.
Ether, şüphesiz son dönemin en çok ilgi çeken kripto para birimlerinden biri. Öyle ki piyasada dolaşımda olan tüm etherlerin değeri 35 milyar dolara yaklaşıyor; bitcoin için bu sayı 43 milyar dolar civarında. Aşina olmayanlar için etherin piyasa değeri geçtiğimiz Mayıs ortasında 8 milyar dolara ulaşmış, Mayıs sonunda 20 milyar doları geçmişti. Dolaşımdaki tüm kripto paraların piyasa değeri ise geçtiğimiz Mart’ta 25 milyar dolar civarındaydı. Etherin hızlı yükselişi sayesinde bitcoinin birkaç aya kalmadan yakalayacağını düşünenler elbette yok değil. Ancak etherin yükselişi bitcoinden tamamen bağımsız da değil…

Etherin yükselişini etkileyen elbette farklı faktörler var. Bunlardan ilki, bu kripto para biriminin bitcoine karşı güvenli bir liman olarak görülmesi. Cambridge araştırmasında yer alan aşağıdaki grafik, bu iddiayı destekler nitelikte.

Diğer taraftan kripto paraların dünya çapında gördüğü ilgi sürekli artıyor. Araştırmaya göre 2013 yılında 2.9 milyon tekil aktif kripto para cüzdanı kullanıcısı varken; bu sayı bugün yaklaşık 5.8 milyona çıkmış. Toplam cüzdan sayısı ise 5.8 milyon ila 11.5 milyon arasında değişiyor.

Kripto para endüstrisi büyümeye devam ediyor ve etherin gördüğü ilginin bir zamanlar bitcoinin gördüğünden farklı olacağını gösterir bir işaret henüz yok. Zira para birimlerinin genel döngüsü, yükseliş, basında çokça söz edilmesiyle birlikte daha da yükseliş ve bu dönemi takip eden sert düşüşler şeklinde… Ether için elbette çok farklı bir senaryo da söz konusu olabilir.
Yatırım tavsiyesi arayanların farklı kaynakları takip etmesini öneriyoruz; okuduğunuz yazı sadece haber/analiz niteliğinde.

‘Türkiye’de toplumun dine ve dini değerlere bakışı’

Yeniçağ gazetesi yazarı Ahmet Takan, bugünkü yazısında AKP’ye yakınlığıyla bilinen MAK Danışmanlık firmasının ‘Türkiye’de toplumun dine ve dini değerlere bakışı’ anketinin sonuçlarını paylaştı.

Takan, ‘İktidara yakın anket şirketi halifeliği sordu’ başlıklı yazısında, anketin 30 büyükşehir, 23 il ve 154 ilçede 5 bin 400 kişiyle yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirildiğini aktardı.
MAK Danışmanlık’ın yönetim kurulu başkanı Mehmet Ali Kulat’a göre araştırmanın finansmanı şirket tarafından karşılandı.

Ahirete inananlar yüzde 73

“Allah’ın varlığına, birliğine bizi yaratıp yaşattığına inanıyor musunuz?” sorusuna ‘Evet’ diyenlerin oranının yüzde 86 çıktığını yazan Takan, katılımcıların yüzde 75’inin de “Meleklere inanıyor musunuz?” sorusuna ‘Evet’ dediğini kaydetti.
Ankette yer alan sorular ve yanıtları şöyle devam etti:
“Kur’an-ı Kerim ve diğer kitapların vahiyle geldiğine inanıyor musunuz?”: Yüzde 76 ‘Evet’,
“Peygamberlere inanıyor musunuz? Hz. Muhammed sizin için her anlamda örnek alınacak rol model/örnek insan mıdır?”: Yüzde 63 ‘Evet.’
“Cennete gideceğiniz kesin olsa; şu an cennete gitmek için ölmeyi düşünür müsünüz?”: Yüzde 15 ‘Evet.’
Araştırmaya göre ahirete inananların oranı yüzde 73. Buna karşılık Kuran’ın Türkçe mealini okuyanların oranı yüzde 17, Muhammed peygamberin hayatını okuyanların oranı yüzde 23.

Halifelik sorusu

Katılımcıların yüzde 45’i İslam dinini internetten öğrendiğini aktarırken, herhangi bir dini cemaate veya tarikata bağlı olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 15.
Katılımcılardan yüzde 12’si, darbe girişiminin ardından dini grup, cemaat ya da tarikatlara bakışının değişmediğini belirtti.
Siyasi bir seçimde adayın dindar olmasının yüzde 51 ‘çok önemli’ bulurken, “İslam ülkelerinin halifelik benzeri bir dini liderliğe ihtiyacı olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna‘Evet’ diyenlerin oranı yüzde 54.

20 Haziran 2017 Salı

Cinsiyet Araştırma Sonuçlarını Etkiler mi?

Geçtiğimiz on yılda pek çok ilaç kadınlarda erkeklere göre daha fazla yan etkiye sahip olduğu için piyasadan çekildi. Bu ilaçların geliştirilme aşamasında tüm deneylerin sadece erkek hücreleri üzerinde yapıldığı ortaya çıktı.
Tulane Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Franck Mauvais-Jarvis araştırmalarda her iki cinsiyetin hücrelerinin de kullanılmasının çok önemli olduğunu söylüyor. Aksi takdirde elde edilen sonuçların insanların sadece yarısı için yararlı olacağından emin olabiliriz.
Prof. Dr. Mauvais-Jarvis ve arkadaşları yakın zamanlarda Cell Metabolism’de bir makale yayımladı. Obezite, diyabet ve diğer metabolizma hastalıkları üzerine çalışmalar yapan bilim insanlarına yardımcı olmayı amaçlayan makalede, cinsiyetler arasında farklara sebep olabilecek etkenler ve bu etkenlerle baş etmek için kullanılabilecek yöntemler özetleniyor.

19 Haziran 2017 Pazartesi

Mutluluğun sırrı 7 saat 6 dakikalık uykuda

Uykunun sırrı çözülmekle bitmiyor. Yeni yapılan bir araştırma, uykuda geçirilen sürenin mutlulukla bağlantısını ortaya koydu. Düzenli olarak 7 saat 6 dakika uyuyan kişilerin ‘mükemmel derecede mutlu’ olduğu tespit edildi. Süre önemli çünkü uyku 6 dakika azaldığında memnuniyet de azalıyor; ‘mükemmel’ sıfatı ‘çok’ ile yer değiştiriyor.

Uyuma süresinin insan sağlığını doğrudan etkilediği biliniyordu ama ne kadar ilişkili olduğu yapılan araştırmalarla daha da iyi ortaya konuluyor. Yapılan son araştırmaya göre kendilerini ‘mükemmel derecede mutlu’ olarak değerlendiren kişilerin gece uykusu 7 saat 6 dakika sürüyor.
İngiliz Sağlık Servisi’nin yaptığı, 2 bin kişinin katıldığı araştırmada ‘çok mutlu olduklarını’ söyleyenler, bu süreden 6 dakika az uyuyor, yani 7 saat. 6 saat az 48 dakika uyku ise ilişkilerde mutsuzluk, sürekli endişe hissi anlamına geliyor. Araştırmalar gösteriyor ki en az 7 saatlik uyku ideal. İngiliz Sağlık Servisi yetkilileri 7 saatin yanında ekstra birkaç dakika daha uykunun önemli olduğunu söylüyor. Ama bunun rutin olarak sürdürülmesi gerekiyor. Uykusuzluk ise obezite, kalp krizi, felç ve diyabet riskine yol açıyor.
Uyku için yaş da büyük faktör, bir yatak şirketi tarafından yapılan ankette 20’li yaşlardaki kişilerin daha fazla uyumasına rağmen mutluluk seviyeleri farklıydı. Bekar kişiler daha çok uyuduklarını belirtirken, boşananların ise daha az uyku çektikleri kaydediliyor. Öncesinde duş alınması, meditasyon yapılması iyi uykunun anahtarı olarak gösterilirken; daha fazla çalışma ve video oyunlarının uyku süresini azalttığı belirtiliyor. Bu arada üç kişiden biri uyku sorununa bilgisayar, mobil cihazlar ve stresin neden olduğunu dile getiriyor.
Yakın zamanda yapılan bir başka araştırma, uykunun insanın rutini olması gerektiğini ortaya koyuyor. Hafta sonları geç uyanmak kalp hastalığı riskini artırıyor. Arizona Üniversitesi’nden bilim insanları bu riski de ölçtü. Yatağa her bir saat geç gitme durumu bu riski yüzde 11 artırıyor. Ayrıca hafta sonu daha fazla uyuyup hafta için az uyumak ‘sosyal jet lag’ adı verilen duruma yol açıyor. Üniversitenin Uyku ve Sağlık Araştırması Programında görevli Sierra B. Forbush “Bu sonuçlar, yalnızca uyku süresinin ötesinde uyku düzenliliğinin sağlığımızda önemli bir rol oynadığını gösteriyor” dedi.

BAŞARININ DA ANAHTARI

Uykusuz gecelerin sadece yorgunluğun ötesinde bedeli var. Depresyonun yanı sıra obezite, kalp krizi, inme ve şeker hastalığı risklerini artırıyor. Ömür süresini de kısaltıyor. Bununla birlikte, birçok araştırma, uyku süresine odaklanmaya eğilimliyken, Brigham ve Women’s Hospital’dan bilim insanları rutinin de aynı derecede önemli olduğunu keşfetti. Her gece aynı saatte yatanların akranlarından çok daha sağlıklı ve başarılı oldukları keşfedildi. Harvard Koleji’ndeki 61 lisans öğrencisinin uyku ve sirkadiyen ritimleri 30 gün boyunca ölçüldü ve elde edilen veriler öğrencilerin akademik performanslarıyla karşılaştırdı. Düzensiz uyku uyuyanların daha düşük notlara sahip olduğu tespit edildi.

“Sekssiz evlilikler hit yaptı”

Prof. Dr. Halim Hattat, sekssiz evliliklerin “hit yaptığı” bir dönemden geçildiğini ifade ederken “Yılda 10 kezden az cinsel ilişki sıklığı da sekssiz evlilik anlamına geliyor. Her 5 çiftten biri bu problemle karşı karşıya. Çiftlerin yaklaşık yüzde 10'u ise hiç seks yapmadıklarını  ifade ediyor” dedi. Prof. Hattat, haftada bir kere cinsel beraberliğin sağlık yönünden önerildiğini söyledi.
Uzun ilişkilerde seks yapmanın azalmasının pek çok nedeni olduğuna dikkat çeken Prof. Hattat, “Bu sorunların altında ciddi hormonsal sıkıntılar, yoğun stres, duygusal sıkıntılar, ilişki problemleri yer alıyor” ve çiftlerin yapıcı bir şekilde iletişim kuramaması halinde yardım almaları gerektiğini ifade etti.
Prof. Hattat’ın Vatanda’da “Sekssiz evlilikler dönemi” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Sekssiz evliliklerin hit yaptığı dönemi yaşıyoruz. Bunu araştırma sonuçlarına da dayanarak söylüyorum.  
Sekssiz evliliklerin en hit yaptığı dönemi yaşıyoruz. Bunu sadece klinik gözlemlerime değil aynı zamanda araştırma sonuçlarına da dayanarak söylüyorum. Seks açlığı çeken, aseksüellik noktasına gelen ilişki ve evliliklerde ciddi bir artış var.  
Ne kadar sık görülüyor?
Sekssiz evlilik seksin hiç yaşanmaması, cinsel ilişkinin sıfırlanması demek değil. Yılda 10 kezden az cinsel ilişki sıklığı da sekssiz evlilik anlamına geliyor. Her 5 çiftten biri bu problemle karşı karşıya. Çiftlerin yaklaşık yüzde 10'u ise hiç seks yapmadıklarını  ifade ediyor.  
Yılda 16 kez daha az seks yapılıyor
Son dönemde Amerika'da yapılan ve yaklaşık 26 bin kişiyi inceleyen yeni bir araştırmada da çiftlerin yılda 16 kez daha az seks yaptığı gösterildi. Yani diyelim ki ayda dört kez beraberlik yaşıyordunuz, bu rakam iki-üçe iniyor. Ayda iki kez beraberlik yaşayanlar ise iki ayda bir yaşamaya başlıyor. Bu rakamlara göre günümüzdeki genç çiftlerin büyük anne-babaları onlar yaşındayken çok daha fazla seks yapıyormuş diyebiliriz!  
Ne kadar seks sağlıklı?  
Araştırmalar ülkemizde haftada 2-4 kez ile ayda 2-4 kez arasında değişen cinsel ilişki sıklığı olduğunu gösteriyor. Yani çok geniş bir yelpaze söz konusu. Her çiftin mutlu olduğu ayrı bir cinsel rutini var. Cinsel ilişkilerin ne kadar sık olduğundan öte ne kadar düzenli ve periyodik olduğu daha önemli. Bir hafta üç kez beraberlik yaşanıp ardından sekse iki aylık bir ara verilmesi fizyolojik açıdan seks arzusunu baltalıyor. Yani seks hormonlarının sağlıklı seviyelerde kalması için seks sıklığının hem düzenli olması hem de 15-20 günü geçmemesi gerekiyor. Ancak en azından haftada bir beraberliği cinsel sağlık yönünden öneriyoruz.  
Seks neden azalıyor?
Uzun ilişkilerde seksin azalmasının pek çok nedeni var. Bunun en önemli nedenlerinden biri cinsel sorunlar. Erkeklerde sertleşme sorunu, erken boşalma, isteksizlik, kadınlarda libido kaybı, uyarılma sorunu, geç orgazm olma, cinsel ağrı gibi pek çok cinsel sorun aseksüel beraberliklere yol açabiliyor. Bu sorunların altında ciddi hormonsal sıkıntılar, yoğun stres, duygusal sıkıntılar, ilişki problemleri yer alıyor.
Ne yapmalı?
Seks çift arasında ciddi bir bağlılık hormonu salgısı yaratıyor. Yani ilişkilerin koruyucu kalkanı oluyor. Bu nedenle bu konuda yapıcı şekilde iletişim kuramıyorsanız yardım almalısınız. 

‘Çocuklarınıza Süper Baba Olun’


Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) ebeveynlik davranışlarının incelendiği kapsamlı raporunda babaların çocuklar üzerindeki etkisini araştırdı.
Babalar Günü'nde yayınlanan UNICEF raporunda, çocukların gelişmesinde babaların rolünün çok erken yaşta ortaya çıktığı belirlendi. Raporda, babaların çocuklarına erken yaşlardaki ilgisinin, daha fazla zaman geçirmesinin çocukların pozitif gelişiminde ve yaşamlarındaki başarıda çok önemli bir etken olduğu saptandı.
Ebeveynlik davranışlarında babaların rolünü araştıran UNICEF raporunda, babaların çocuklarıyla erken yaşlarda daha fazla zaman harcamaları gerektiğine işaret edildi. Raporda, babalara çocuklarının sağlıklı gelişimi için kitap okumaları, hikayeler anlatmaları, şarkı söylemeleri, dışarıya götürüp onlarla oyunlar oynamaları, sayı saydırmaları, çizimler yaptırmaları, yemeklerini yedirmeleri önerildi.
UNICEF babalara ”Çocuklarınıza rol model olun. Onlar için birer süper babalar olun” çağrısında bulundu.
Sosyal medyada çocuklarınıza ‘süper babalar’ olun kampanyası
UNICEF, babaları küçük çocuklarının gelişiminde aktif bir rol oynamaya ve çocukların beyninin sağlıklı gelişimi için, sevgi, oyun, koruma ve iyi beslenmenin önemini vurgulamaya teşvik etmek amacıyla ‘süper baba’ kampanyası başlattı.
UNICEF aileleri sosyal medyada Instagram ve Twitter hesaplarında #EarlyMomentsMatter 'hashtag'ini kullanarak, 'süper babalar' olmaya davet etti.
‘Babaların erken yaşlarda çocuklara ilgisi yetersiz’
UNICEF, son araştırmasında 74 ayrı ülkede 3-4 yaşlarındaki çocukların babalarıyla oyun oynamak ve erken öğrenme faaliyetlerinde bulunup bulunmadıklarını araştırdı.
Rapora göre araştırmaların yapıldığı bu ülkelerde 3-4 yaş arasındaki çocukların gelişiminde yüzde 55 oranında babalarının katkıda bulunmadığı saptandı.
Raporda babaların erken yaştaki çocukların sağlıklı gelişimi için yol gösterici olması gerektiği belirtildi. Erken yaşta babalarıyla daha fazla oyun oynayan, zaman geçiren çocukların diğer çocuklara oranla daha başarılı olduğu saptandı.
Chandy: ‘Babaların erken yaşlarda çocuklarıyla daha fazla ilgilenmelerini sağlamalıyız’
Kapsamlı olarak hazırlanan raporun bölüm sorumlusu UNICEF Veri Araştırma Direktörü Laurence Chandy, babaların bebeklerini ve küçük çocuklarını, sevgi, oyun, koruma, besleme de dahil olmak üzere tüm gelişmeleri için elverişli bir ortamın hazırlanması gerektiğini kaydetti.
Chandy, “Babaların çocuklarıyla daha fazla ilgilenmeleri yönünde engeller varsa bu engeller kaldırılmalı. Tüm babaların çocuklarının erken gelişimlerini tam olarak desteklemek için ihtiyaç duyduğu zamana, kaynaklara ve bilgiye sahip olmalarını sağlamalıyız. Bu sayılar bize babaların çocuklarının ilk yıllarında aktif bir rol oynamak için uğraştığının göstergesidir. Ancak rakamlar yeterli bir orana gelmiş değildi. Babaların erken yaşlarda çocuklarıyla daha fazla ilgilenmelerini sağlamalıyız" dedi.

Kırılan Bazı Kalpler Hiç İyileşemeyebilir'

İskoçya'daki Aberdeen Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma, sevdiği birini kaybetme gibi aşırı duygusal stres yaratan durumların, kişinin kalbinde kalıcı hasar oluşturabileceğini ortaya koydu.


Times gazetesinde yer alan habere göre "Kırık Kalp Sendromu" adı verilen durumda, aşırı stres nedeniyle hasta kalp yetmezliği yaşayabiliyor.

Ancak geçmişte bu durumun kısa süreli olduğu sanılıyordu.

İngiliz Kalp Vakfı'nın desteğiyle yapılan araştırma ise, bu gibi aşırı stres durumlarında hastanın kalp kaslarında kalıcı hasar oluşabileceğini gösterdi.

Araştırmada 52 hasta 4 ay boyunca takip edildi. Araştırmayı yürüten Dr Dana Dawson "Bu hastaların hiçbir tıbbi müdahaleye gerek kalmadan tamamen iyileşebileceğine inanılıyordu. Ancak araştırmayla birlikte gördük ki hastalığın kalpte çok daha kalıcı etkileri var" dedi.


Araştırmada hastalaların kalp kaslarında yaralar oluştuğu ve kasların kan pompalama görevini tam olarak yerine getiremediği görüldü.

Hastalığa takotsubo sendromu da deniyor. Takotsubo, Japonların ahtapot avlamakta kullandığı kafesin adı. Hastaların kalp odacıkları bu kafese benzediği için hastalığa bu ad verilmiş.

Aşırı mutluluk gibi durumlar da hastalığı tetikleyebiliyor. Yüzde 90'ı kadın

Sadece İngiltere'de her yıl yaklaşık 3 bin kişinin takotsubo sendromuna yakalandığı tahmin ediliyor.

Bunların yüzde 90'ını kadınlar oluşturuyor.

Belirtileri ise büyük ölçüde kalp kriziyle benzer.

Hastalar nefes alamama, göğüs ağrısı ve bayılma gibi şikayetlerle doktorlara başvuruyor.

KAYNAK

15 Haziran 2017 Perşembe

Öğrencilerin devamsızlık nedenlerini belirlemek amacıyla araştırma yapıldı

Samsun Milli Eğitim Müdürlüğü, ortaokul ile ortaöğretim kurumlarında öğrencilerin devamsızlık nedenlerini belirlemek amacıyla araştırma yaptı.


İl Milli Eğitim Müdürü Coşkun Esen, kentteki bir otelde düzenlenen "Okula devamın ve aidiyetin arttırılması" çalıştayında, öğrencilerin devamsızlıklarının nedenlerini ortaya çıkarmak amacıyla 2016-2017 eğitim öğretim döneminde 34 ortaokul ile 35 ortaöğretim kurumunu mercek altına aldıklarını söyledi.
Bu kapsamda bu okullarda bin 988 öğrencinin 1 ila 20 gün devamsızlık yaptığını belirlediklerini anlatan Esen, "Öğrenciler arasında yapılan anket çalışmasında, yüzde 25,86'sının geç kaldığında okul yöneticilerinden çekindiği için devamsızlık yaptığı tespit edildi. Yüzde 31,54'ünün derslerin sıkıcı geçmesini, yüzde 19,71'inin de başarısız olduğu dersleri bahane ederek devamsızlık yaptığı ortaya çıktı. Çalışma ile öğrencilerin devamsızlıklarının yoğun olarak okul yönetimi ve öğretmenlerden, kısmen de öğrenci çevresi, akademik kaygılar, aile ve bireysel nedenlerden kaynaklandığı sonucuna ulaşılmıştır." dedi.
Öğrencilerin devamsızlıklarının azaltılması için öğretmenlerin daha anlayışlı davranması, okulda daha az disiplin olması, öğretmenlerin öğrenciyle daha fazla ilgilenmesi ve derslerin daha çekici hale getirilmesi gerektiği sonucuna ulaştıklarını dile getiren Esen, buna yönelik çalışmalar yapacaklarını kaydetti.
Çalıştayda, "Öğrencilerin okula devamını sağlamak için şimdiye kadar yapılan uygulamalar, devamsızlık önleyici çalışmalar, okula aidiyet duygusu oluşturmak ve öğrencilerin okula devamını sağlamak için ilgili kurum ve kuruluşlarla iş birliği" konularında fikir alışverişinde bulunuldu.


100 Psikoloji Deneyi Tekrarlandı ve 64’ü Başarısız Oldu

Bilimsel yöntem iş başında.
Dünya çapından 100 bilim insanının katıldığı ve dönüm noktası niteliği taşıyan bir çalışmada, kıdemli psikoloji dergilerindeki son 270 bulgunun sonuçları, bir ölçüte göre tekrarlanmaya çalışıldı ve sadece yüzde 36’sında aynı sonuçlar ortaya çıktı. Bu demek oluyor ki, bilim insanları çalışmaların yarısından fazlası için aynı yöntembilimi kullandığı zaman, aynı sonuçlarla karşılaşamadılar.
Takım, Science bülteninde şöyle bildiriyor: “Asıl yazarlar tarafından sağlanan gereçler kullanılmasına, yöntembilimsel uygunluğun önceden incelenmesine ve asıl etki boyutlarını tespit etmek etmedik yüksek istatistiksel güce rağmen, tekrarlanan çalışmaların geniş bir bölümün, asıl bulgular bakımından daha zayıf kanıtlar üretti.”
Çalışma, dünya çapından çeşitli takımların önde gelen üç psikoloji dergisinin birinden 2008 yılında yapılmış olan bir deneyi seçmesi ve ardından asıl yöntembilimi olabildiğince yakın bir şekilde izlemeleri ile yapıldı. Mümkün olduğu takdirde baş yazarlarla iletişime geçmeleri de söylendi ve böylelikle ilk zamanlarda işlerin nasıl yapıldığını daha iyi anlayabileceklerdi.
100 çalışmadan 97’si aslında istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar sunduysa da (Ed Yong, The Atlantic sitesinde şöyle açıklıyor: ‘Eğer çalışmayı tekrar yaptıysanız, aynı sonuçlara [veya daha iyilerine] şans eseri rastlantıyla ulaşma ihtimaliniz 20’de 1’den az olacaktır’) bu sonuçların sadece 36 tanesi ikinci kez istatistiksel olarak anlamlı şekilde tekrarlanabiliyordu.
Üstelik bu tezler en iyi dergilerden alınmışlardı, yani yayınlaması en zor olanlardı. Eğer çalışmalar bütün mevcut psikoloji dergilerinden alınsaydı, sonuçlar muhtemelen daha kötü olurdu.
Geniş ölçüde atıf yapılan Neden Yayınlanmış Çoğu Araştırma Bulgusu Yanlış tezinin yazarı Stanford Üniversitesi’nden John Ioannidis, Yong’a şöyle söylüyor: “Başarı oranı sandığımdan daha düşük. Tahminlerimin bazılarının doğrulandığını görmek kendimi kötü hissettirdi. Yanlış çıkmalarını dilerdim.”
Fakat bu durum, 2008’de en yüksek profilli psikolojik çalışmaların üçte ikisinin sonuçlarının yanlış olduğu anlamına gelmiyor. Sonuçlar tekrar edilemediyse bile, bu durum asıl bulgularda muhtemelen bazı belirsiz değerler olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor, fakat bağımsız olarak doğrulanmamış ve tekrarlanmamış bütün çalışmalarda olduğu gibi, bunlara şüpheyle yaklaşılması gerekiyor.
Belirli şeylerin davranışı nasıl etkilediğine bakan sosyal psikolojideki çalışmaların, anıları saklarken, yeni şeyler öğrenirken vs. beynin nasıl işlediğine bakan bilişsel çalışmalara göre daha az tekrarlanabilir olduğu bilinmesine rağmen, tekrarlama merdanesinden geçmekten muzdarip olan tek bilim alanı bu değil.
Daha önce iklim muhalifi tezler (iklim değişikliğinin muhtemelen insan eylemleri yüzünden meydana geldiği konusundaki fikir birliğine karşı olan bülten makaleleri) üzerinde yapılan bir incelemede, bunların yöntembilimsel hatalarla kalbura dönmüş olduğu bulunmuştu ve bu durum, bu tezlerin bulgularını tekrarlamayı imkansız hale getiriyordu. Ayrıca 2015 yılının başlarında yapılan ayrı bir çalışmada bulunduğuna göre, tekrar edilemez klinik öncesi araştırmaların yaygınlığı yüzde 50’yi aşıyor ve “sadece ABD’de, yeniden tekrarlanamayan klinik öncesi araştırmaya yaklaşık olarak yılda 28.000.000.000 dolar harcanmasına neden oluyor.”
Bu yüzden günümüzdeki çalışmalar, psikolojinin daha az güvenilir bir bilim dalı olduğunun belirtisi olarak görülmemelidir. Bilim en temel seviyesinde kuramlama, deneme, doğrulama ve yeniden deneme işlemi hakkındadır ve 2008 tarihli bu deneylerde bunların daha en başta yapılması gerekiyorduysa da, geç olması hiç olmamasından iyidir. Victoria Turk, Motherboard’da şöyle belirtiyor: “doğrusu, bu araştırmacıların kendi dallarındaki bulguların güvenilirliğini çözümlemeye çalıştığı gerçeği, kuşkusuz bilimsel titizliğe karşı bir bağlılığın göstergesidir.”
Bu çalışmaların tekrarlanmadan yayınlanmasının ardındaki sebepler, tahmin edebileceğiniz gibi olağanüstü derecede karmaşık, fakat Ed Yong, Atlantic makalesinde ana sebepleri ele alıyor. Bunların birçoğu, insanların, bilimin hiçbir şekilde vermek zorunda olmadığı cevaplar istemesinden ibaret. Science çalışmasındaki yazarların belirttiği gibi: “İnsanlar kesinlik istiyorlar ve bilim bunu seyrek olarak sağlıyor. Ne kadar bunun aksini istesek de, tek bir çalışma neredeyse hiçbir zaman bir etki ve onun açıklaması için veya ona karşı kesin bir çözüm sunmaz.”

14 Haziran 2017 Çarşamba

30 yıl gizlenen düşünce gücü araştırması

Harvard Üniversitesi’nde 1979 yılında Psikolog Prof. Ellen Langer tarafından yapılan ve sonuçları 30 yıl gizlenen düşünce gücü araştırma.
Psikolog Langer, bir grup yaşlı erkeği “hatırlama haftası” olarak nitelendirdiği bir etkinlik için işe aldı. Onlara, yaşlanmayla ilgili bir çalışmaya katılacakları söylenmedi. 20 yıl geriye götürecek bir deney olduğu söylendi. Psikolog Langer; bu insanların, zihinlerini 20 yıl geriye götürdüklerinde, bedenlerinde bir değişim olup olmayacağını incelemek istiyordu.
İnsanlar iki gruba ayrıldı. Ancak ilk grup (kontrol) 50’li yaşlardaki hayatı hatırlamakta iken, diğer grup zaman sıçraması yaşayacaktı. 50’li yıllardaki sahne dekoruyla çevrili olan deney grubunun, aslında 1959’da olduğu gibi davranması istenecekti. O sırada film izlediler, müzik dinlediler ve Castro’nun Havana’ya geçişi ve NASA’nın uzaya gönderdiği uydu hakkında sanki bu olaylar şimdiki zamanda oluyormuşçasına tartışmalar yaptılar.
Langer, bu insanların zihinlerini kendi geçmiş hayatlarıyla bağlantılı bir ortama yerleştirerek, daha genç ve daha güçlü olabileceklerini düşündü. Ayrıca Prof. Langer, deneye katılan insanların, sağlıklı bireyler gibi davranmaları konusunda da kararlıydı. Bu zaman yolculuğu, yaşlı insanlara yardımcı olacak herhangi bir alet veya sistemle donatılmadı. Deneye katılan insanlar kendi başlarının çaresine bakıyorlardı.
Prof. Langer’ın “Benim ofisime geldiklerinde bir ayakları çukurda gibi görünüyordu” dediği  erkekler, kısa bir zaman sonra kendi yemeklerini hazırlıyordu. Yetersiz biriymiş gibi ya da hastaymış gibi muamele görmüyorlardı. Çok geçmeden oluşan fark gözlemlenebiliyordu. Gün geçtikçe daha hızlı yürüyor oldukları ve güvenlerinin arttığı fark edildi. Bir adam bastonları olmadan yürüyebileceğine karar vermişti bile.
Boston’a geri dönmek için otobüs bekledikleri sırada Prof. Langer, adamlardan birine yakalama oyunu oynamak isteyip istemediğini sordu ve birkaç dakika içinde bu oyun doğaçlama bir şekilde Amerikan futboluna dönüştü.
Yapılan fizyolojik ölçümler mükemmeldi. Yürüyüşleri, becerileri, esneklikleri, hareket hızları, bilişsel yetenekleri ve hafızaları ölçülebilir şekilde gelişmişti. Kan basınçları düştü ve daha da şaşırtıcı bir şekilde görme ve işitme yetileri daha iyi bir hale geldi. Her iki grup da iyileşme gösterdi, ancak deney grubu daha fazla ilerleme kaydetti. Langer, bu erkeklerin zihinleri genç düşünmeye teşvik edildiği zaman bedenlerinin bunu izlediğini ve  ‘daha genç’ hale geldiğini düşünüyordu ve bunu kanıtladı.”