30 Ağustos 2011 Salı

Marketler en çok kârı sivri biberden kazandı

TZOB’un yaptığı araştırmaya göre ramazanda üretici ile market fiyat farkının en fazla görüldüğü ürün sivri biber oldu.

Marketler en çok kârı sivri biberden kazandı

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, ramazan ayının başında ve sonunda yaptıkları araştırma sonuçlarına göre, hasat dönemi yaklaşan ve düşük rekolte beklenen ürünler ile büyük talep gören karpuzun dışında tüketici fiyatlarının aşırı derecede artmadığını bildirdi. Bayraktar, üretici ve market fiyat farkının en fazla görüldüğü 5 ürünün sırasıyla sivri biber, domates, patlıcan, salatalık ve limon olduğunu bildirdi.

FARK % 341’E ÇIKTI

Ramazanın son haftasında, üretici ve market arasındaki fiyat farkının yüzde 341’lere ulaştığının görüldüğünü ifade eden Bayraktar, ürün gruplarında ise bu oranın yaş sebze ve meyvede yüzde 341, kurutulmuş ürünlerde yüzde 240, baklagillerde yüzde 211, pirinçte yüzde 193’lere ve hayvansal ürünlerde yüzde 233’lere kadar çıktığının görüldüğünü kaydetti. Bayraktar’ın verdiği bilgiye göre, üretici ve market fiyat farkının en fazla olduğu ilk beş ürün sırasıyla sivri biber (yüzde 341), domates (yüzde 323), patlıcan (yüzde 300), salatalık (yüzde 275), limon (yüzde 245) oldu.

RAMAZAN SONU FİYATI ARTTI

2010 ramazan öncesi dana eti üretici fiyatları 15.92 TL/kg iken bu yıl ramazan öncesinde yüzde 12.6 azalarak 13.92 TL’ye geriledi. 2011 yılı ramazan ayının son haftasında ise dana eti üretici fiyatlarının yüzde 7.7’lik artışla 14.99 liraya yükseldiği görüldü.

Hastane kavgaları iletişimle son buldu

Hastanelerin acil servis, yoğun bakım ve servislerinde hasta yakınlarıyla hastane personeli arasında yaşanan kavga son buldu. 
    Kayseri İl Sağlık Müdürlüğü, hastanedeki kavgaların bitmesi için araştırma yaptı. Önce kavga nedenlerini belirledi. Hasta yakınları ile hastane personeli arasındaki yaşanan kavganın sebebi bilgisizlik, iletişim eksikliği olduğu tespit edildi. Sonra hastane personeli iletişim konusunda eğitime alındı. Güvenlik personelinden kayıt işlemi yapan personele kadar herkes eğitimlere katıldı. Eğitim sonrasında ise hastane kavgaları neredeyse 'yok' denecek kadar azaldı. En çok kavga ise acil servisle yoğun bakım ünitelerinde çıkıyordu. Hasta yakını acil müdahale sırasında odaya girmek istiyordu. Personel ise yasak olduğunu belirterek şahsın girmesini engelliyordu. Karşılıklı atışmaların ardından kavga çıkıyordu. Şimdi ise hastane personeli acil müdahale odasına girilmesinin hasta için tehlikeli olacağını, hastaya müdahalenin önemli olduğunu anlatıyor. Hastaya yapılan ilk müdahalenin, hastanın yaşamını sürdürmesi adına önemini anlatmasıyla hasta yakınları ikna oluyor. 
    Kayseri İl Sağlık Müdürü Dr. Kadir Çetinkara, artan hastane kavgalarının sebebini araştırmakla işe başladıklarını belirtti. 
    Çetinkara, ilk olarak kavgaların çoğunlukla yaşandığı acil servis, yoğun bakım ve servislerde inceleme başladıklarını ve burada yaşanan kavgaların genel olarak iletişimsizlikten kaynaklandığını tespit ettiklerini belirtti.         
    Hasta yakının yoğun bakıma girmek istemesi ve bunu engelleyen görevli arasında önce tartışma sonra da kavga çıktığını dile getiren Çetinkara, acil serviste, ilk müdahale odasına girilmek istenmesi, kayıt sırasında yaşanan diyalog eksikliğini kavga sebepleri arasında gösterdi. 
    Dr. Çetinkara, hasta yakının yoğun bakım ünitesine ve acil müdahale odasına girmekle hastasına zarar vereceğini hesaba katmadıklarını ifade etti. 
Çetinkara, şunları kaydetti: "Personelimize, acil müdahalelerin ve hasta için kritik olan servislere neden girilmeyeceği konusunda eğitim verdik. İletişimin tam anlamıyla sağlanması için personele sağlık içerikli bilgiler aktarıldı. Şimdi personelimiz, yoğun bakıma girilmemesinin nedenlerini hasta yakınına anlatıyor. Hasta için ne kadar riskli olduğunu ifade ediyor. Bunların anlatılmasında iletişim kurulması ile ilgili psikologlarca verilen dersler sayesinde, hasta yakını daha sakin ve anlayışla davranmaya başladı. Şuan bu eğitimlerimizi sürdürüyoruz. Hastanelerde kavgalar neredeyse 'yok' denecek kadar azaldı."
    İl Sağlık Müdürlüğü, Kayseri'de bulunan 5 hastane personelinin yanı sıra ilçelerdeki toplam 10 hastane çalışanlarına eğitim verdi. Temizlik, veri hazırlama, bilgi işlem, sekreter, klinik posta, güvenlik, hasta karşılama ve yönlendirme servisi, idari kadro, yemekhane görevlisi olmak üzere toplam bin 311 personel, hasta hakları ve iletişim konularında eğitim aldı. Eğitimler, alanlarında uzman iletişimciler ve psikologlar tarafından verildi. Psikologlar, hasta yakınlarının takındıkları ve içerisinde bulundukları ruh hallerini personele anlattı. Bu kişilere nasıl davranılacağı ve nasıl yönlendirileceği konusunda eğitim verdi.

Kadınlar Erkeklerden Daha Şanslı

Kadınların erkeklere göre daha az kalp krizi geçiriyor. Bunun nedeni ise kadınlık hormonu olan östrojen...
Kadınlar Erkeklerden Daha Şanslı


LONDRA - Londra Üniversitesi'den araştırmacılar, östrojenin kan hücrelerinin damar duvarlarına yapışarak damar tıkanıklıkları meydana getirmesini önlemeye yardımcıolduğunu belirledi.       

Araştırmacılar, bunun östrojenin azaldığı menopozdan sonra kadınlarda kalp krizi geçirme riskinin neden arttığına da açıklama getirebileceğini belirtti.       

Yapılan araştırmalar 50'en önce çok az sayıda kadın kalp krizi geçirdiği halde bu riskin menopozdan sonra birdenbire arttığını gösteriyor.        

Araştırmanın başkanı, William Harvey Araştırma Enstitüsü'nden Dr. Suchita Nadkarni, ''Östrojen seviyesiyle alyuvarların hareketleri arasında açık bir ilişki bulunduğunu ortaya çıkardık'' dedi.        

Nadkarni, ''Vücudun kalp hastalığıyla doğal olarak nasıl savaştığını anlamak yeni tedavilerin geliştirilmesinde hayati öneme sahip'' diye konuştu.       

Araştırma, ''Arteriosclerosis, Thrombosis and Vascular Biology'' dergisinde yayınlandı.


Karadeniz’de enerji fırsatı

HİDROJEN enerjileri üzerine çalışmaları yürüten Çankaya Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Mükerrem Şahin ve ekibi, Karadeniz dip sularında yoğun olarak bulunan hidrojen-sülfürlü suyu, geliştirdiği bir katalizör sistemi üzerinden geçirerek ekonomik koşullarda hidrojen gazı elde etmeyi başardı. Karadeniz'deki mevcut potansiyel üzerinde araştırma yürüten Yrd. Doç. Dr. Mükerrem Şahin ve ekibi dip bölgelerde bulunan hidrojen enerjisinin 100 yıllık elektrik ihtiyacını karşılayabilecek yoğunlukta olduğunu tespit etti.


HİDROJEN enerjileri üzerine çalışmaları yürüten Çankaya Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Mükerrem Şahin ve ekibi, Karadeniz dip sularında yoğun olarak bulunan hidrojen-sülfürlü suyu, geliştirdiği bir katalizör sistemi üzerinden geçirerek ekonomik koşullarda hidrojen gazı elde etmeyi başardı. Karadeniz'deki mevcut potansiyel üzerinde araştırma yürüten Yrd. Doç. Dr. Mükerrem Şahin ve ekibi dip bölgelerde bulunan hidrojen enerjisinin 100 yıllık elektrik ihtiyacını karşılayabilecek yoğunlukta olduğunu tespit etti.



Hidrojen enerjileri üzerine çalışmaları yürüten Çankaya Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Mükerrem Şahin ve ekibi, Karadeniz dip sularında yoğun olarak bulunan hidrojen-sülfürlü suyu geliştirdiği bir katalizör sistemi üzerinden geçirerek ekonomik koşullarda hidrojen gazı elde etmeyi başardı. 

Karadeniz'deki mevcut potansiyeli üzerinde araştırma yürüten Yrd. Doç. Dr. Mükerrem Şahin ve ekibi dip bölgelerde bulunan hidrojen enerjisinin 100 yıllık elektrik ihtiyacını karşılayabilecek yoğunlukta olduğunu tespit etti. Karadeniz'de hidrojen-sülfür oluşumunun jeolojik oluşumların etkisiyle sürekli olarak arttığının gözlendiği araştırmada, tabanın 30-40 metre altında hidrojen-sülfür oluşumunun giderek yükseldiği ortaya çıktı. 

ÇALIŞMALAR GÜÇLENMELİ

5 yıllık bir çalışma sonrasında, Karadeniz dip sularında yoğun olarak bulunan hidrojen sülfürden hidrojenin ayrıştırılarak bir enerji üretimine yönelik ar-ge çalışmalarını tamamladıklarını belirten Yrd. Doç. Dr. Şahin, "Çalışmamız, enerjiden kaynaklanan cari açığın yüksek değerlerde olduğu ve önemli bir sorun olarak tartışıldığı bu günlerde yerli bir kaynağın kullanılabileceği hususunda ümitlerimizi arttırdı. Hidrojen sülfürlü suyu, geliştirdiğimiz bir katalizör sistemi üzerinden geçirerek ekonomik koşullarda hidrojen gazı elde etmeyi başardık. Projemizde, Karadeniz'in 40 metre altında bulunan kaynağın değerlendirilmesi ve ülke ekonomisine katılması hususunda ilk ciddi sonuçlara ulaşıldı. Şimdiye kadar Karadeniz'deki rezerv tespitleri için yalnızca Rusya, Gürcistan, Ukranya, Romanya gibi ülkelerde çalışmalar yapılmıştı. Ülkemizin de bu konuda eş zamanlı çalışması lazım."

100 YILLIK ENERJİ

Yrd. Doç. Dr. Şahin, "Bunun bir devlet politika haline gelmesi ve pilot tesislerin kurulup bu potansiyelin değerlendirilmesi için çalışmaların yapılması gerekiyor. Elde ettiğimiz hidrojen yanabiliyor, termik santralde kullanılabiliyor. Ayrıca elde edilen yakıt, araçlarda da kullanılabiliyor. Karadeniz’de bulunan rezervlerde 100 yıllık elektrik enerjisini karşılayacak yoğunluktan hidrojen sülfür var. Biz de istiyoruz ki Türkiye de bu konuda çalışma başlatılsın. Petrol azaldığında, yerine alternatif enerjiler kullanılmaya başlandığında bizim yanı başımızdaki kaynağı değerlendirir potansiyele sahip olalım. Aksi halde 20 sene sonra çok geç kalınmış olunacağından hazır teknolojiler almaya devam edeceğiz" dedi.

Fransa'da Yoksulluk Artıyor


Fransa'da Ulusal İstatistik Enstitüsü'nün yaptığı son araştırmaya göre, küreselekonomik krizle birlikte ülke genelinde yoksulluk önemli ölçüde arttı.

Fransa'da Ulusal İstatistik Enstitüsü'nün yaptığı son araştırmaya göre, küresel ekonomik krizle birlikte ülke genelinde yoksulluk önemli ölçüde arttı.

Araştırmaya göre, 2009 yılı itibarıyla ülke genelinde yoksulların sayısı, toplam nüfusun yüzde 13. 5'ini teşkil ediyor. Bir önceki yıl itibarıyla bu oran yüzde 13'tü.

Fransa'da kişi başına yoksulluk sınırı, aylık 954 Avro gelirin altı olarak belirlenmiş. 2009 rakamlarına göre,ülkede 8. 4 milyon kişi, ayda bu rakamın altında gelirle yaşamını sürdürüyor.

2008 yılında patlayan küresel ekonomik krizin etkilerinin özellikle 2009 yılından bu yana görüldüğü kaydedilen araştırma sonucu, yine 2009 yılı rakamları itibarıyla nüfusun yarısından fazlasının yılda 19. 080Avro (ayda 1. 590 avro) gelirle yaşamını sürdürdüğünü ortaya koydu. - PARİS

'Yetersiz uyku yüksek tansiyon riskini artırıyor'


Yetersiz miktarda uykunun, orta yaş üstü erkeklerde yüksek kan basıncı riskini artırdığı belirtildi.
Hypertension (Yüksek Tansiyon) isimli dergide yayımlanan araştırma sonuçlarının kadınlar için de geçerli olabileceği söylendi.
784 hasta üzerinde yapılan incelemelerde, az uyuyanların yüksek kan basıncına sahip olma ihtimalinin, normal miktarda uyuyanlara göre yüzde 83 daha yüksek olduğu tespit edildi.
Araştırma sonuçları, düzenli ve yeterli miktarda uykunun insan sağlığı için önem taşıdığı tezlerini güçlendirdi.
65 yaş üzerindeki 784 erkekle, 2007 ve 2009 yılları arasında yapılan deneyin başlangıcında yüksek tansiyon bulguları gözlenmeyen 243 kişide, deney sonunda bu sorun tespit edildi.
Uykularının yüzde 4'ünü derin uykuda geçiren denekler, uykularının yüzde 17'sini derin uykuda geçirenlere oranla 1,83 oranında daha yüksek tansiyona sahip oldular.
İngiliz kalp hastalıkları vakfı British Heart Foundation'dan yapılan açıklamada, "uykuya öncelik verilmesi" gerektiğinin altı çizildi.
Vakıf adına araştırma sonuçlarını değerlendiren Natasha Stewart, altıyla sekiz saat arasında uykunun insan sağlığı için hayati önem taşıdığını belirtti.
Yüksek tansiyon olarak bilinen kan basıncı yükselmesi, kalp krizi, inme ve çeşitli sağlık problemlerini tetikliyor.

28 Ağustos 2011 Pazar

Bakteriler su arıtma için çözüm olabilir


(BMC Biotechnology) Bir araştırmaya göre, genetiği değiştirilmiş bakteriler kullanılarak, en ağır metallerden biri olan cıva ile kirlenmiş akarsuların kolay ve ucuz bir şekilde temizlenmesi mümkün.
Kömür yakıtlı elektrik santralleri, çöp yakma tesisleri, gelişmekte olan ülkelerdeki altın ve gümüş madenciliği, cıva salımlarının küresel ölçekte artmasının belli başlı nedenleri arasında. Milyonlarca kişi, başta gıdalardaki kirlenme nedeniyle bu artıştan etkileniyor. Deniz gıdalarında bulunan ve en tehlikeli zehirleyici formu olan metil-cıva, beyinde kalıcı hasara neden oluyor. Birleşmiş Milletler de, cıva salımlarının kontrolü için bağlayıcı bir anlaşma hazırlamaya çalışıyor.
Bakır gibi daha az zehirli maddelerle kirlenmiş sular için bir biyolojik temizleme çözümü olan doğal bakteri kullanımı, cıva için geçerli değil. Çünkü cıva biriktiren doğal bir bakteri türü yok.
ABD’deki “Inter American University of Puerto Rico”dan araştırmacılar, çok yüksek oranlardaki cıvaya dayanıklı genlere sahip bir bakteri türü geliştirdiler. Araştırma ile ilgili makale, bu ayki “BMC Biotechnology”de yayımlandı.
Araştırma sonuçlarına göre, “metallothionein” isimli protein içeren bir fare geni taşıyan bakteri, sıradan bakterileri öldürebilecek orandan 24 kat fazla cıva içeren bir sıvıda hayatta kalmayı başardı. Araştırmacılar, bakterinin 5 gün içinde, sıvıdaki cıvanın %80’ini temizlediğini belirttiler. Bakterinin diğer bir özelliği, diğer transgenik bakterilerin aksine, emdiği cıvayı tekrar doğaya bırakmaması.
“Metallothionein” tam bir “ağır metal leşçisi” olduğunu belirten araştırmacılar, proteinin bakteri hücrelerinde cıva birikimini sağlarken, hücreleri bu birikimin yan etkilerinden koruduğunu ifade ediyorlar.
Bu tip temizliğin iki önemli özelliği de, su içinde kümelenmiş bakterilerin kolayca toplanabilmeleri ve toplanan cıvanın sanayide kullanım için yeniden dönüştürülebilir olması.

İsviçre'nin önemli tıp merkezlerinden Basel Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma, kızlık zarı onarım operasyonlarında büyük artış olduğunu ortaya koydu

İsviçre'de kızlık zarı operasyonlarında yaşanan artış ve masrafların sağlık sigortası üzerinden ödendiğinin ortaya çıkması ülkede tartışma yarattı. En fazla ameliyat yaptıranlar ise Türkler ve Kosovalılar.
İsviçre'nin önemli tıp merkezlerinden Basel Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma, kızlık zarı onarım operasyonlarında büyük artış olduğunu ortaya koydu


İsviçre'nin önemli tıp merkezlerinden Basel Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma, kızlık zarı onarım operasyonlarında (himenoplasti) büyük artış olduğunu ortaya koydu. Geçmiş yıllarda hiç talep edilmeyen kızlık zarı onarımı operasyonu için sadece Basel Üniversitesi'ne geçen yıl 90 başvuru oldu. DW Türkçe'nin haberine göre bunun 60'ına operasyon yapıldı. Basel Üniversitesi'nden kadın hastalıkları uzmanı Denise Dumont dos Santos'un yaptığı araştırmaya göre, sayısal olarak açıklanmayan diğer kliniklerdeki operasyonlar da dikkate alındığında kızlık zarı operasyonlarında küçümsenmeyecek oranda artış görülüyor.
AİLE BASKISI VE KORKU
Kızlık zarı onarım operasyonu talebi İsviçre'nin Almanca konuşulan kesiminde yoğun olarak Türk ve Kosovalı genç kadınlardan geliyor. Araştırmaya göre, kızlık zarı onarımı operasyonu, genç kadının içinde bulunduğu ailevi koşullar sebebiyle yaşadığı korku ve bakire olmadığının ortaya çıkması durumunda uğrayabileceği zarardan korunmak için seçilen biryol olarak görülüyor.

Kadın hastalıkları uzmanı Denise Dumont dos Santos doktora tezini hazırlarken 100 adet kadın doğum kliniğine kızlık zarı onarımı ile ilgili soru gönderdi. Bunlardan 68'i sorulara cevap verdi. Araştırmanın temelini oluşturan cevapların ortaya koyduğu bir başka gerçek ise operasyon için başvuran genç kadınların kızlık zarını ahlak ve onur ölçüsü olarak gördükleri ve kendilerini bu konuda büyük baskı altında hissettikleri oldu.
"KADIN DÜŞMANLIĞINA DESTEK OLUYOR"Araştırmanın yayınlanması üzerine İsviçre Kadın Hastalıkları ve Jinekoloji Derneği (SGGG) kamuoyuna açık bir mektup yayınlayarak, bu tip operasyonların yapılmasının uygun olmadığını, ancak çok acil durumlarda yapılabileceğini açıkladı. Dernek mektubunda, kızlık zarı onarımının kadın düşmanlığına destek olduğuna dikkat çekerek, eski geleneklerin sürmesine yardımcı olduğunu bildirdi.


Kanser riskini parmaklarınızdan anlayın

Kanser riskini parmaklarınızdan anlayın

Bilim adamlarının yaptığı araştırma, prostat kanseri riskinin parmaklardan anlaşılabileceğini ortaya koydu.

Warwick Üniversitesi ve Kanser Araştırma Enstitüsü'nden bilimadamlarının yaptığı araştırma, işaret parmağı yüzük parmağından uzun olan erkeklerin prostat kanserine yakalanma olasılığının, tersi olanlarla kıyaslandığında üçte bir oranında daha düşük olduğunu gösterdi.
Kanser Araştırma Enstitüsü'nden Ros Eeeles, bundan böyle 60 yaş altındaki erkeklere parmak uzunluğuyla ilgili basit bir test yapılabileceğini belirtirken, sonuçları British Journal of Cancer dergisinde yayımlanan araştırmada bilimadamları, işaret ve yüzük parmaklarının göreli uzunluğunun, doğumdan önceye dayandığını ve bunun ana rahminde bebeğin maruz kaldığı seks hormonlarının seviyeleriyle ilişkili olduğuna inanıldığını açıkladı.
Araştırma çerçevesinde, 1994-2009 yılları arasında, İngiltere'deki üç hastanede prostat kanseri hastası 1,500'den fazla kişi sorgulandı ve bunlar 3 bin sağlıklı erkekle karşılaştırıldı. Katılımcılardan işaret parmağı yüzük parmağından uzun olan erkeklerin, prostat kanserine yakalanma olasılığının yüzde 33 oranında daha az olduğu tespit edildi.
Daha önce yapılan araştırmalar, parmak uzunluğuyla, saldırganlık, doğurganlık, spor yeteneği ve güven arasındaki bağlantıları ortaya koymuştu.
Dünyada her yıl yaklaşık 254 bin erkek, prostat kanserinden hayatını kaybediyor.

Sigara paketlerindeki gençleri ürküten resimler


Tütünün zararlarına dikkat çekmek amacıyla sigara paketleri üzerinde yer alan resimli uyarıların gençleri sigaradan uzak tutmada ''çok etkili olmadığı'' belirlendi.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı tarafından yapılan araştırmaya göre, lise öğrencilerinin büyük bölümü bu resimleri, sigarayı bırakmaya destek olma açısından ''etkisiz'' olarak değerlendirdi.
Sağlık Bakanlığı Tütünle Mücadele Halkı Bilgilendirme ve Bilinçlendirme Kurulu Başkanı ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazmi Bilir, Ankara'da bir lisede 9, 10 ve 11. sınıflarda öğrenim gören toplam 412 öğrencinin katıldığı, sigara paketleri üzerindeki resimlerin etkinliğinin belirlenmesine yönelik araştırmayla ilgili bilgi verdi.
Araştırmaya göre, sigara paketleri üzerindeki uyarıcı resimlerin lise öğrencileri tarafından caydırıcı bulunmadığını belirten Bilir'in verdiği bilgiye göre, araştırmaya katılan öğrenciler,yüzde 36 ila 81 arasında değişen oranda, resimleri içeriklerine göre sigarayı bırakmaya destek olmada ''etkisiz'' olarak değerlendirdi.
Sigara paketlerinin üzerindeki farklı resimler için yüzde 17-40 oranında ''etkili olabilir'' ifadesinin seçildiğini, ''çok etkili olur'' seçeneğinin ise ancak yüzde 2,4-37,4 oranında işaretlendiğini belirten Bilir, ''Sigarayı bırakmak için doktorunuzdan ve size en yakın sağlık merkezinden yardım isteyin'' ve ''Sağlık kuruluşları sigarayı bırakmada size yardımcı olabilir'' uyarılarının etkisinin son derece düşük ölçüldüğünü bildirdi.
-CİNSEL YAŞAM VE HAMİLELİK-
Araştırmaya göre, öğrenciler, sigaranın, cinsel yaşam ve hamilelik üzerindeki olumsuz etkileriyle ilgili uyarıları daha çok dikkate alıyor.
Araştırmaya katılan öğrencilerin yüzde 37,4'ü sigara paketleri üzerindeki, ''Sigara içmek kan akışını yavaşlatır ve cinsel iktidarsızlığa neden olur'', yüzde 26,2'si ''Hamileyken sigara içmek bebeğe zarar verir'', yüzde 24,8'i ise ''Sigara içmek ölümcül akciğer kanserine neden olur'' resimli uyarılarını ''çok etkili'' bulduklarını ifade etti.
Erkek öğrenciler sigaranın, iktidarsızlığa, kız öğrenciler ise hamilelikte bebeğe zararlarına işaret eden resimli uyarıları etkili buldu.
-''DAHA ETKİLİ RESİMLER BULUNMALI''-
Çalışmayı değerlendiren Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Nazmi Bilir, araştırma sonucunda, sigara paketleri üzerindeki resimli uyarılardan sadece bir bölümünün öğrenciler üzerinde etkili olduğunun ortaya çıktığına işaret etti.
Sigara paketlerinin üzerinde, mevcut resimli uyarılar yerine, çok daha etkili resimler bulunması gerektiğini ifade eden Bilir, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumunun (TAPDK) bu konuda bir çalışma yürüttüğünü, mevcut uyarılar yerine daha etkili olanların konulmasının planlandığını söyledi.
Prof. Dr. Bilir, geçen yılın mayıs ayında uygulanmaya başlanan resimli uyarılarla ilgili her türlü desteğe hazır olduklarını ifade ederek, şunlara dikkati çekti:
''DSÖ'nün Küresel Tütün Salgını raporunda Türkiye'nin karnesindeki düşük notlardan biri de sigara paketleri üzerindeki resimli uyarıların yeterli büyüklükte olmamasından kaynaklanıyor. DSÖ'nün kriterine göre, görsel uyarı işaretlerinin, sigara paketlerinin en az yüzde 50'sini kaplaması gerekiyor. Oysa Türkiye'de satılan sigara paketleri üzerindeki görsel uyarılar, paketin yüzde 47,5'ini kaplıyor. TAPDK'nın hem uyarı işaretlerinin etkinliğinin artırılması, hem de büyüklüğünün DSÖ'nün aradığı kritere uygun hale getirilmesine yönelik çalışmasının kısa sürede tamamlanacağını ümit ediyoruz.''

1 saat TV izlemenin bedeli


Televizyon izlediğiniz her saat, bakın kaç dakika daha erken ölmenize neden oluyormuş.

1 saat TV izlemenin bedeli
Televizyon izlemek, bir kısım insan için gün içerisinde beki de en çok vakit harcanan etkinlik. Dünyada ve ülkemizde karşısında bolca vakit geçirdiğimiz televizyon, bizlere düşündüğümüzden çok daha fazla zarar veriyor.

Yapılan yeni bir araştırmaya göreyse, televizyon başında vakit geçirmenin yaşam süremizle de doğru oranda etkisi olduğu ortaya çıktı. Avustralya'daki Queensland üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre, 25 yaşından sonra televizyon başında harcanan her saat, yaşam süremizden 22 dakika çalıyor. Yani televizyon başında günde altı saatini geçiren bir kişinin, kanepe başında daha az zaman geçirenlere göre ortalama beş yıl daha az yaşayacağı iddiası, yapılan araştırmanın temelini oluşturuyor.

Pek tabi araştırmanın sonucunda varılan kanı, televizyonların bizi zehirleyerek öldürdüğü değil. Yapılan araştırma daha çok, gün içerisinde televizyon başında harcanan zaman süresi boyunca yenen abur cuburun ve hareketsiz kalan vücudun erken iflas etmesi yönünde bir gerçeğe dayanıyor.

Mars’ın yüzeyi yaşam için sanıldığından çok daha elverişli


Mars’ın yüzeyinde yapılan yeni araştırmalar, Kızıl Gezegen’in sanıldığının aksine yaşam için çok daha elverişli şartlar sunduğunu ortaya koydu.

Mars yaşama elverişli
Geçmişteki araştırmalar, Mars’ın yüzeyinin çok yoğun oksitleyici maddelere sahip olduğunu ve yaşamın oluşmasına izin veren karmaşık moleküllerin ortaya çıkmasını engellediği yönündeydi.

Ancak NASA’nın Mars Phoenix Lander keşif aracı tarafından elde edilen yeni bulgular, sanılanın tam aksi bir tabloyu gözler önüne serdi. NASA Ames Araştırma Merkezi’nden Richard Quinn, “Toprakta az miktarda oksitleyici madde bulunsa da, genel olarak Mars’taki toprak verimli… Hatta Dünya’da bulduğumuz az verimli toprağa benzerlik gösteriyor” dedi.

Mars’taki toprağın ne kadar verimli olup olmadığını astro-biyologlar araştırıyor. NASA, 420 milyon dolar değerindeki Phoenix görevinde, bir zamanlar Kızıl Gezegen’de yaşam olup olmadığını anlamaya çalışıyor. Phoenix keşif aracı, Mars’ın kuzey kutup bölgesine Mayıs 2008’de indi.

ASİT SEVİYESİ ‘ORTA’
Mars’ta donmuş halde su bulunduğunu kanıtlayan Phoenix, aynı zamanda çok önemli toprak tahlilleri yaptı. Bunlar arasında bilim insanlarına en önemli bulguları veren Mars toprağının asitlik, yani pH seviyesiydi.

Quinn, “Test sonuçlarını almadan önce hepimiz Mars toprağının çok asidik olduğunu düşünüyorduk” ifadesini kullandı. Ancak Phoenix’in elde ettiği rakam, pH değerini 7.7 olarak gösterdi. Asit seviyesinin ılımlı kaldığını gösteren bu sonucun yanı sıra, Mars toprağında yaşama olanak sağlayacak magnezyum, potasyum ve klorid elementleri bulundu. Phoenix’in yaptığı en son araştırmayla, Mars’ta mikrobik hayatın sanıldığından çok daha güçlü olduğunu ortaya çıkmış oldu.

“Mevsimlik Tarim İşçilerinin Sağlık Sorunları ve Barınma Koşulları”


Bursa Tabip Odası'nın Mart ayında çıkardığı bir araştırma raporu var: “Mevsimlik Tarim İşçilerinin Sağlık Sorunları ve Barınma Koşulları”. Tabip Odası Başkanı Kayıhan Pala, seçim döneminde Bursa Tabip Odası'na yaptığımız ziyarette, bu rapordan söz etmiş ve dikkatimizi bu konuya çekmişti.
Bursa Tabip Odası, BDP Bursa İl Örgütünün başvurusu üzerine, 28 Temmuz 2010 tarihinde Yenişehir ilçesine bağlı Çardak köyünde mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan kürt yoksullarının yirmi yıldır konakladıkları bölgede bir alan çalışması yapmış; Ağustos 2010'da ilk raporu yayımlamış; ardından konu ile ilgili gözlem ve önerileri ilk olarak Bursa Valiliği ile paylaşmış. Valiliğin işçilerin yaşam alanlarında iyileştirme yapılacağına ilişkin açıklamasının ardından geçici tarım işçilerine yönelik bir durum saptama çalışması yapılmasına ve bu çalışma sırasında olanakların elverdiği ölçüde sağlık hizmeti sunulmasına karar verilerek, 29-30 Eylül 2010 tarihinde tekrar bölgeye gidilmiştir.
Tabip Odası Başkanı Kayıhan Pala, raporun giriş yazısında şöyle diyor:
“Aslında 'her şeyin fiyatının bilindiği, ancak neredeyse hiçbir şeyin değerinin bilinmediği' bu çağda; her iki kavram için de çözmemiz gereken epeyce sorun var. Küresel kapitalizmin kâr hırsı, hem iyi hekimlik değerlerimizi, hem de sağlıklı yaşamak hakkımızı tehdit ediyor! Bazen karşılaştığımız gerçekler, yalnızca başka yaşamların varlığına tanık olmamızı sağlamıyor; aynı zamanda kapitalizmin çirkin yüzüyle bir kez daha yüzleştiriyor insan olanı. Mevsimlik tarım işçilerinin yaşamları sanırım bu duruma verilebilecek en kötü örneklerden biri.”
“Artık görmezden gelmenin değil, insan onuruna yakışan yaşamlar için dayanışma içinde mücadele etmenin zamanıdır”
Raporda belirtildiğine göre,
- Temel yaşam ihtiyaçlarının hiçbirisi karşılanmamaktadır.
- Çadırlarda elektrik yoktur. “Çavuş” olarak adlandırılan yöneticinin çadırında jeneratörden sağlanan elektrikle aydınlanma sağlanmakta, beyaz eşya bulunmaktadır.
- Çavuş, işçilerin kazancının yaklaşık beşte birini komisyon olarak almaktadır.
- İşçilerin beslenmesi proteinden fakir gıdalara dayanmaktadır.
- Toprak sahibi/işleyenler, aracılar ve işçiler arasındaki ilişki kayıt dışıdır.
- Her türlü bulaşıcı hastalığa açık, hijyenden yoksun bir ortam mevcuttur.
- Gebe, bebek, çocuk ve yaşlı gibi risk guruplarının sağlık sorunları çözüm beklemektedir.
- Nisan-Kasım ayları arasında çalışıldığı için okul çağındaki çocukların eğitimleri kesintiye uğramaktadır.
- Bölge halkı, işçiler için yapılacak her türlü iyileştirmeye yerleşik hayata geçme olarak baktıkları için hoşnut değildir. Yöre halkı ile işçiler arasında sosyal ilişkiler yok denecek kadar azdır.
- Çadır kümelerinin güvenlik açığı bulunmaktadır.
Bu yaz ise,
- Temizlik ihtiyaçları, 3 günde bir tankerler ile getirilen su ile karşılamaya çalışılıyor. İçme suyu ihtiyacı da çadır kentte yapılan ancak kazılan kuyunun 3 günde bir doldurulması ile ancak bir gün akabilen çeşmeden karşılanıyor.
- Kampta 50 kişiye bir tuvalet ve bir duş kabini düşüyor.
- Sağlıklı olmayan, bulanık akan ve yaz sıcağında neredeyse kaynama derecesine gelen su içiliyor.
- Raporda belirtilen ana sorunlar hâlâ devam ediyor.
***
Bursa Valisi Şehabettin Harput, 16 Nisan 2011'de yaptığı basın toplantısında, “rakamlar vermeyeceğim” diyerek, bölgede kurulan çadır, tuvalet ve duş kabinleri hakkında bilgi verip, işbirliğinin bozulmasına yönelik bir kısım çevrelerin istismar edebileceği hususları da tümüyle ortadan kaldırdıklarını belirtiyor!
Bu çalışmalar öncesinde, Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü, Mimarlar Odası, Elektrik Mühendisleri Odası, Makina Mühendisleri Odası, Kimya Mühendisleri Odası yetkililerinden oluşan bir denetim ekibi oluşturulduğunu belirten Vali Harput, bölgede yapılması gereken çalışmaların yüzde seksenini yaptıklarını söylüyor.
“Bölge halkı ile bir sıkıntı yaşamadan mevsimlik tarım işçilerinin çalışabilmeleri için gereken tedbirleri belirlediklerini, Valilik olarak Sağlık Müdürlüğü, Milli Eğitim Müdürlüğü, Tarım Müdürlüğü, Jandarma ve ilgili diğer kurumlardan oluşan bir komisyon kurduk" diyor.
Raporu hazırlayıp, Valiliğe sunan Bursa Tabip Odası, tesadüf olmasa gerek, ne denetim ekibinde ne de oluşturulan komisyonda yok!
Anlaşılan Bursa Tabip Odası cezalandırılıyor ya da yok sayılıyor!
BDP Bursa İl Eş Başkanı Ayla Yıldırım, Temmuz ayının sonunda basına verdiği demeçte, “Bursa Valisi Şehabettin Harput'un mevsimlik işçiler ile ilgili başbakanlığa yalan beyanda bulunduğunu” belirterek, Başbakanlığın BDP eski Milletvekili Nezir Karabaş'ın verdiği soru önergesi üzerine mevsimlik işçiler ile ilgili Bursa Valiliği'nden bilgi istediğini, ancak valiliğin yanıltıcı bilgiler verdiğini söylüyor.
Ayla Yıldırım, “Valiliğin Başbakanlığa verdiği beyanda, mevsimlik işçiler için prefabrik evler ve geçici okulların yanısıra, su ve elektrik sıkıntısını giderecek alt yapının tamamlandığının yer aldığını” söyleyerek, aradan bir yıl geçmesine rağmen, alanda çadırdan başka bir şeyin yapılmadığına işaret ediyor.
***
Can güvenlikleri konusunda hiçbir önlemin alınmadığı kamp, Silvan'da yaşanan olaylardan sonra kimliği belirsiz kişilerce silahlı saldırıya uğruyor. Kürt yoksulları, bir sefaletin girdabında oldukları yetmiyormuş gibi, her türlü faşist saldırının da hedefi oluyor.
Bir yanda düzenin en acımasız görüntülerinden biri, geçiştirilen sorunlar, yalan beyanlar... Diğer yanda yaşam savaşı veren kürt yoksulları ve onurlu bir duruş sergileyen Tabip Odası.
Bir yanda geçtiğimiz yıl İnegöl'de kürt vatandaşlara saldıran faşistler için “Vatanını milletini seven insanlar” diyen vali... Diğer yanda, “Artık görmezden gelmenin değil, insan onuruna yakışan yaşamlar için dayanışma içinde mücadele etmenin zamanıdır” diyen hekim.
Tarafımız belli değil mi?

Türkiye'de Prostat Kanseriyle İlgili İlk Araştırma Sonuçları Endişe Verici

Türkiye'de prostat kanseriyle ilgili olarak ilk defa 12 ili kapsayan bir araştırma yapıldı.


Türkiye'de prostat kanseriyle ilgili olarak ilk defa 12 ili kapsayan bir araştırma yapıldı. Erkeklerde, akciğerin ardından ölümlerden en çok sorumlu tutulan kanser türü sıralamasında ikinciliği, mesane kanserini geride bırakan prostat kanseri aldı. "Prostat Kanseri İnsidans Çalışması" adlı araştırmanın ön raporuna göre Türkiye'de prostat kanserinde belirgin bir artış var. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Önder Yaman, prostat kanserinin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, orta yaşı geçmiş erkeklerde en sık görülen tür olduğunu söyledi. Erken dönemde hiçbir belirti vermeyebileceğini, ancak rutin kontrollerde yapılan tetkiklerde ortaya çıkabileceğini kaydederek erken teşhisin önemine değindi.

Birçok kişinin, prostat kanseri olduğunu hastalığın ileri bir döneminde farkettiğini vurulayan Prof. Dr. Yaman, "Erken dönemde hiçbir belirti vermeyebilir ve tanı, ancak rutin kontroller sırasında yapılan tetkiklerle koyulabilir. İnsanların birçoğu, herhangi bir yakınması olmadığı için kontrol amacıyla doktora başvurmamaktadır. Amerikan Üroloji Derneği bünyesindeki Amerikan Kanser Topluluğu, ailesinde prostat kanseri öyküsü olan erkeklerde 45, diğerlerinde ise 50 yaşından itibaren yılda bir defa parmakla rektal muayene ve serum PSA düzeyinin kontrolünü önermektedir. " dedi. Prostat kanserli hastaların yaşamını sürdürmesinde en önemli unsurun erken teşhis olduğunu aktaran Yaman, "Geçmişte erken teşhis testleri yaygın değilken birçok erkeğe ilerlemiş kanser tanısı koyulmakta ve birkaç sene sonra ölmekteydi. 1975 yılında tanı konulan hastalardan 5 sene yaşam süresi oanların oranı yüzde 67'ydi. Bugün çoğu erkeğe erken teşhis koyuluyor. Bugün yine tedavi edilsin ya da edilmesin lokalize prostat kanseri tanısı koyulmuş erkeklerin çoğunun 5 ile 10 yıl yaşama şansları, kansersizlere yakın oranda. " şeklinde konuştu.

Gelişmekte olan ülkelerde 65 yaş üstü nüfus 2010 yılında 327 milyonken 2020'de 476 milyon, 2050'de ise 1 milyar 175 milyona çıkmasının öngörüldüğünü hatırlatan Önder Yaman, yaşlanan bu nüfusun en önemli hastalıklarından birinin de prostat büyümesi olacağını belirtti. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 50-60 yaş aralığında yüzde 40'larda olan iyi huylu prostat irileşmesinin, 60'lı yaşlarla beraber yüzde 70'lerin üzerine çıktığına dikkat çekerek, "İyi huylu prostat irileşmesi, ilerleyici bir durumdur. Çalışmalar, bu hastaların tedavi almamas halinde 5 yıl içinde şikayetlerindeki kötüleşmenin yüzde 17 oranında artacağına işaret ediyor. İyi huylu prostat irileşmesinin ilaçla tedavisinde bugün için tüm dünyada yaygın olarak kullanılan iki ilaç grubu var. Birinci grup, özellikle prostat içindeki düz kas yapılarını gevşeten ve dolayısıyla idrar yapılmasını kolaylaştırabilen, 'alfa-blokör' olarak adlandırılan gruptur. İkinci grup ise büyümüş prostatta bir miktar küçülmeye neden olarak şikayetlerde azalmaya yol açabilen '5-alfa redüktaz inhibitörleri' olarak adlandırılan gruptur. " dedi.


TV, online alışverişe ilham veriyor

Televizyon seyrederken internette gezinmenin web'deki satışları artırdığı ortaya çıktı.


Deloitte ve GFK tarafından açıklanan bir araştırmaya göre, kullanıcıların yarısından fazlası TV izlerken web'de geziniyor. Kullanıcıların yüzde 45'i TV izledikleri bir esnada dijital alışveriş sitelerini ziyaret ediyor.
Sosyal medya sitelerinin popülaritesine rağmen 18-24 yaşlar arası kullanıcıların sadece yüzde 2 ya da 3'ünün alışverişlerini Twitter ya da Facebook aracılığıyla yaptıklarını belirtmeleri dikkati çekiyor. Bu grup kullanıcıların yüzde 20'si aldıkları ürünleri TV reklamları aracılığıyla bulduklarını belirtiyor.
Deloitte'in analizine göre, gıda olmayan ürünlerin yarıya yakınının (% 44) satın alınmasında internet araştırma kaynağı olarak kullanılıyor. Kullanıcıların satın alma eğilimlerine bakıldığında araştırmada birden fazla kaynağın kullanımının giderek arttığı görülüyor.
Deloitte yetkilisi Jolyon Barker, araştırma sonuçlarının perakendeciler için ciddi fırsatlara işaret ettiğini ve pazarlamada TV boyutunun önemsenmesi gerektiğini belirtiyor. Web erişimli TV satışlarının giderek arttığına dikkati çeken Barker, bunun reklamcılar açısından kritik bir faktör oluşturduğu değerlendirmesini yapıyor.

Yürüyüşe bak orgazmı bil!

Kadının yürüyüşü düşündüğünden daha fazlasını açığa vuruyor...Belçika'da yapılan bir araştırma ilginç sonuçlar veriyor.
Yürüyüşe bak orgazmı bil!

Buna göre enerjik ve düzgün adımlarla yürüyen kadınlar sık ve şiddetli orgazm yaşıyor. Araştırma Belçika’daki Louvain Üniversitesi ve West Scotland Üniversitesi’nde yapıldı. Öğrencilere cinsel davranışlarına dair sorular soruldu. Öğrenciler verdiklere cevaplara göre iki gruba ayrıldı. İlk grupta her zaman ya da sık sık orgazm olanlar yer alırken, hiç orgazm olmayan ya da nadiren orgazm olanlar ikinci grupta yer aldı.
Daha sonra deneklere 100 metre boyunca kumsalda olduklarını düşünerek, 100 metre de kumsalda aşık oldukları kişiyle birlikte olduklarını düşünerek yürümeleri istendi. Hangi deneğin hangi grupta olduğunu bilmeyen iki seksologdan, yürüyüşlerine bakarak deneklerin hangi grupta olduklarını tahmin etmeleri istendi. Sonuçta seksolaoglar sık orgazm olan kadınlarla nadiren olanları yüzde 81 oranında tahmin etmeyi başardı.
APTALCA GENELLEMELER YAPILMAMALI
Sonuçları değerlendiren, West Scotland Üniversitesi öğretim üyesi Stuart Broady, yürüyüş ile vajinal orgazm arasındaki ilişkinin çok abartılmaması gerektiğine dikkat çekti. Broady, “Toplumda kadınlarla ilgi yakışıksız ve aptalca sıfatları doğrulayacak değerlendirilmelerden uzak durulmalı” dedi ve ekledi: “Sonuç olarak vajinal orgazm yaşayanlar pelvise bağlı kasların serbest olduğu kadınlar...
Ayrıca yürüyüş bacaklar, pelvis ve omurganın bileşimiyle oluşan ve biçimini kontrol edemeyeceğimiz bir hareket.” Buna karşın Broady, yürüyüş sırasındaki atılan adımın uzunluğunun ve omurganın biçiminin kadınların orgazm olma potansiyallerinin bir göstergesi olabileceğini ifade etti ve “Yürüyüş sağlıklı olmanın ya da iyi bir cinsel yaşamın göstergesi olabilir ama orgazmla ilgili öngörüleri büyütmemek gerekir” dedi.
ORGAZM MUĞLAK BİR KONU
Teksas Üniversitesi’nde cinsellik üzerine araştırmalar yapan Tierney Austin ise kadınlarda orgazmın sağlayan nedenler üzerinde tam bir anlaşma sağlanamadığı belirterek, ‘kadın orgazmı pek çok faktörün bir bileşenidir’ görüşünü savundu.

Sağlığımız tehlike altında mı?



"Bir tane iç uykusuzluğun kalmasın", "Yorgunluğa bire bir", "Performans artırıcı, içelim de enerjimiz tükenmesin" şeklinde herkes birbirine öneriyor. Neredeyse gençlerin hepsinin elinde birer kutu var. Hangi eğlence mekânına giderseniz gidin, içkiyle birlikte yanında hemen o veriliyor. Enerji içecekleri ...
Enerji içecekleri en çok da gençlerin gözde içecekleri arasında yer alıyor. Ancak yapılan araştırmalar, bu içeceklerin bilgileri incelendiğinde gençler üzerinde yan etkileri olduğunu ortaya çıkardı.

Hatta geçtiğimiz aylarda Miami Üniversitesi’nden Steven Lipshultz ve ekibi, bu konudaki araştırmalar ile üreticilerin internet sitelerinde bu tür içeceklerle ilgili verdikleri “bilgileri” incelediler.

Bu araştırmanın sonucunda, bu içeceklerin “özellikle çocuklar ve gençler üzerinde ciddi yan etkisinin bulunduğunu; hezeyana, nöbetlere, kalp sorunlarına, şeker hastalığına veya ruh halinde ve davranışlarda problemlere yol açabildiğini” saptadılar.

KAZAKİSTAN'DA YASAK
Pek çok ülkede yasaklanması istenen enerji içecekleri için en son karar Kazakistan'da çıktı. Kazakistan'da enerji içecekleri satışının tamamen yasaklanabileceği bildirildi.

Ülkenin Sağlık Bakanı Zaksuluk Doskaliyev, Meclis genel oturumunda yaptığı konuşmada, enerji içecekleri nin başta çocuklar olmak üzere insanların sağlığı üzerinde olumsuz etkilere sahip olduğunu, bu nedenle bu tür içeceklerin satışının tamamen yasaklanabileceğini söyledi.

KANTİNLERDE DE SATILMAYACAK
Ülkemizde de Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer tarafından yayımlanan genelgeye göre, okul kantinlerinde gazlı-kolalı içecekler ve cips satışı yapılamayacağı tartışma konusu olmuştu. Genelgenin içeriğinde enerji içecekleri de bulunuyordu.

Buna göre, eğitim kurumlarının, yatılı veya pansiyonlu yemekhaneleri dahil olmak üzere kantinleri, çay ocakları, büfeleri vb. yerlerde çocukların dengesiz beslenmesine, şişmanlığa (obezite) neden olabileceğinden, doğal maden suları hariç, enerji yoğunluğu yüksek, besin değeri düşük olan ( enerji içecekleri , gazlı, aromalı ve kolalı içecekler) ile kızartma ve cipslerin satışları yapılmayacak"

4 YAŞINDAKİ ÇOCUKLAR İÇİN PAZARLANANLARI DA VAR
Konuyla ilgili Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, HABERTURK.COM Blog'da yazdığı yazıda enerji içecekleri ne değindi. Prof. Dr. Küçükusta, " Enerji içecekleri gençlerimizin sağlığını ciddi şekilde tehdit ediyor. Amerika’ da yapılan bir araştırma 12-17 yaş arası gençlerin üçte birinin düzenli olarak enerji içecekleri içtiklerini gösteriyor. Bunları kahvaltıda, öğle ve akşam yemeklerinde ve aralardaki atıştırmalarda adeta su veya soda gibi içenler var. İster inanın ister inanmayın, 4 yaşındaki çocuklar için pazarlanan enerji içecekleri bile var!" dedi.

Prof. Dr. Küçükusta, şunları da yazdı:
" Enerji içecekleri nin çocuklar için yasaklanıp yasaklanmaması tüm dünyada tartışılıyor. Bu içeceklerin düzenli olarak kullanan çocuklarda bağımlılığa yol açmasından, uyku bozukluklarına sebep olmasından ve beslenmeyi olumsuz etkilemesinden endişe eden uzmanların sayısı hayli fazla ama sadece aşırı tüketimin sorunlu olduğunu savunanlar da var."
MADDE BAĞIMLILIĞINA YOL AÇAR MI?
"Bazı araştırıcılar kafeinin dikkat eksikliği ve hiperaktivitesi olan çocuklarda kavrama, psiko-motor ve duygusal performansı artırabileceğini ileri sürerken, bazıları da tam aksine enerji içecekleri nin hiperaktiviteyi tetikleyebileceği görüşünde ısrarlılar.
Enerji içecekleri nin madde bağımlılığına yol açmasından ve alkolle beraber alınmasının yaratacağı zararlardan ciddi endişe duyuluyor. Gençler arasında yapılan yeni bir araştırma, enerji içecekleri kullanımıyla davranış bozuklukları, sigara, alkol ve esrar kullanımı arasında ilişki olduğunu ortaya koyuyor."
"TEHLİKELİ YAN ETKİLERİ OLABİLİR"
Kafein bağımlılığı
 da gençleri bekleyen bir başka tehlike. Belirli bir süre kafein ihtiva eden yiyecek ve içecekleri tüketenlerde zamanla kafein bağımlılığı gelişiyor ve bu kişiler kafein almadıklarında huzursuzluk, sinirlilik, çarpıntı, yorgunluk, baş ağrısı gibi kafein yoksunluk belirtileri de gösterebiliyorlar. Bir de bazı antibiyotik ve bazı nefes açıcı ilaçların kafeinle birlikte alındıklarında tehlikeli yan etkilere yol açabileceklerini unutmamak lâzım."

İŞTE PROF. DR. AHMET RASİM KÜÇÜKUSTA'NIN YAZISININ DEVAMI.. TIKLAYIN
PEKİ KONU HAKKINDA FARKLI UZMANLAR NE DİYOR?
DAHİLİYE UZMANI PROF. DR. AYDIN TUNÇKALE: "BİLİNÇSİZCE TÜKETİLİYOR"
" Enerji içecekleri geçici performans artırılması ve yalancı bir rahatlık için günümüzde bilinçsiz bir şekilde tüketilmektedirler.

Bazı enerji içecekleri kolalı içeceklerdekinden iki misli daha fazla kafein içerir. Ayrıca bazılarında taurin vardır. Bir aminoasit olan Taurinin bazı içeceklerdeki oranı 500 kadeh kırmızı şaraptaki orana eşdeğerdir.

Bu içeceklerin yaygınca kullanılmalarının bir diğer sakıncası da süt ve ayran gibi besin değeri yüksek içeceklerin yerini almalarıdır. Süt ve süt türevleri, çocukların ve gençlerin artan kalsiyum ihtiyacını karşılamak için en uygun içeceklerdir.

"BAĞIMLILIK YARATIYOR, ÜZERİNDE UYARI YAZILMALI"
"Enerji içecekleri heyecan, kaygı, yüksek enerji seviyesi, yüksek vücut sıcaklığı, artan kalp atışı, bozuk uyku düzeni, sık tuvalete gitme ihtiyacı, diş ve ağız problemleri gibi sağlık problemlerine neden olabilir. Bunlar ayrıca tolerans durumunu artırır. Bir maddeye karşı toleranslı olmak demek, kişinin bir önceki madde kullanımında hissettiği etkiyi tekrar hissedebilmesi için aynı maddeyi bir öncekinden daha fazla miktarda almaya ihtiyaç duymasıdır ki, bu da gittikçe daha fazla içecek tüketimine yol açar.

Bu içeceklerin etiketlerinde; şeker, yüksek tansiyon, böbrek yetmezliği gibi rahatsızlığı olanlar ile 18 yaş altı kişiler, hamile ve emziren kadınlar tarafından tüketimlerinin tavsiye edilmediği, alkolle birlikte kullanılmaması gerektiği yönünde birçok uyarının yanı sıra, spor esnasında tüketilmemesi gerektiğine dair bir ifadenin de bulunması gereklidir."

KARDİYOLOJİ UZMANI- UZM. DR. VEDAT ERTUNÇ:
"Enerji içecekleri, dayanıklılığı ve fiziksel performansı arttırmak fikrinden yola çıkılarak üretilmiş içeceklerdir.

Enerji içeceklerinin temel maddeleri kafein, taurin ve glukuronolaktondur. Piyasaya çıkan bazı yeni ürünler, haşhaş tohumu özü veya efedrin de içermektedir.İçinde bulunan kafein, merkezi sinir sistemine etki ederek, beyne giden ve beyinden gelen mesajları hızlandıran; böylece kişinin daha uyanık ve aktif olmasını sağlayan bir uyarıcıdır."

"ALKOLLE ALINMAMALIKALP KRİZİ NEDENİ OLABİLİR"
"Enerji içecekleri hakkında yapılmış yeterli araştırma bulunmadığından, sağlık üzerine etkileri kesin olarak bilinmiyor. Fakat kalori bakımından zengin yemeklerden sonra ve alkolle birlikte alınmamalıdır. Uyarıcı nitelik taşıdığından, kalp ritminde bozukluk ve çarpıntı ve hata kalp krizi nedeni haline gelebilir.

Enerji içeceklerinin sağlığa zararlı olduğuna dair yeterli kanıt bulunmasa da, çocuk ve gençlerin bu içeceklere dikkat etmesinde fayda var."

Uzun yaşam genlere bağlı

İsrailli araştırmacılar, 95 ve daha fazlası sene yaşamda kalmayı başaran Aşkenaz toplumu üzerinde yaptıkları araştırmalarda beslenme ve yaşam şekli alışkanlıklarının toplumunun genelinden bir farklılık göstermediğini ortaya çıkardılar.
Uzun yaşam genlere bağlı

Araştırma sonuçlarında uzun yaşayan grubundan erkeklerin toplum genelinden daha fazla su tükettikleri ve daha az hareket ettikleri verisi yer aldı. Bu genetik araştırmalar Yeshiva University’nin Albert Einstein Tıp Fakültesi çatısı altındaki Institute for Aging Research’de Nir Barzilai’ın yönetiminde sürdürülmekte. Araştırmalar 95 ile 122 yıl arası yaşayan 477 Aşkenaz Yahudisi üzerine odaklandı. Bu kişilerin % 75’i kadındı. Araştırmacılar, üzerlerinde araştırma yapılan kişilerin,  toplum genelinden daha kilolu oldukları, daha az hareket ettikleri ve daha çok sigara tükettikleri gibi sürpriz bir sonuçla karşılaştılar. Bu durumda Nir Barzilai şu yorumu yapıyor: “Tabii ki sigara içerseniz, obez iseniz ve hiç hareket etmiyorsanız 100 yaşına dek yaşayacaksınız sonucunu çıkarmayın. Eğer uzun yaşam genlerine sahipseniz koruma altına alınmış olabilirsiniz.”
Araştırmada Aşkenaz Yahudilerinin seçilmiş olmasının nedeni, diğer toplumlara nazaran genetik olarak daha fazla benzerlikler taşımaları ve bunun da araştırmayı büyük ölçüde kolaylaştırması. Bu araştırma sonuçları, aynı dönemde doğmuş ve yüz yaşlarına ulaşmış toplum genelinden 3164 kişi denek alınarak yapılan araştırma sonuçları ile karşılaştırıldığında, Aşkenaz toplumun toplum genelinden daha kilolu olduğu, daha az hareket ettiği ve daha çok sigara tükettiği ortaya çıktı. Bu durumda araştırmacılar uzun yaşamın sırrının genellikle fit olmaktan kaynaklanmamasını sorgulamaktalar.

Sosyal medya bilimi geliyor


Sosyal medya bilimsel araştırmalara konu olmaktan çıkıp başlı başına bir bilim dalı haline geliyor. Projenin arkasında ise Amerikan ordusu var.


Sosyal medya bilimi geliyor
Bloglar, sosyal ağlar, bilgi paylaşım teknolojileri ve mobil teknolojinin etkisiyle savunma operasyonları hızla kabuk değiştiriyor. ABD Gelişmiş Savunma Araştırmaları Proje Ajansı (DARPA), sosyal medya bilimi, araçları ya da sistemlerinde devrim sayılabilecek inovatif yaklaşımlar sunabilmek amacıyla “Sosyal Medyada Stratejik İletişim” alanında araştırma yapmak üzere öneri sundu.

DARPA’ya göre sosyal medyanın etkin bir şekilde kullanılması orduya operasyon yaptığı çevreyi tanıma ve bilgi paylaşımının daha hızlı hale gelmesine olanak sağlaması ile destek olabilir. Yeni proje ile sosyal medya ağlarının yarı otomatik ve tam otomatik kullanımını destekleyecek cihazların yanı sıra sosyal medya veri ölçeği ve zaman akışını sistematik ve metadolojik olarak takip edecek teknoloji geliştirmek hedefleniyor.

Savunma amaçlı proje başarılı olursa şu alanlarda gelişme sağlanmış olacak: 1- Algılama, sınıflandırma, ölçme ve izleme: (a) fikir ve kavramların oluşumu, gelişimi ve yayılması, (b) maksatlı ya da aldatma amaçlı bilgileri. 2- Sosyal medya siteleri ve iletişim kanallarında kampanya oluşturma ya da mevcut kampanyaları etkileme. 3- İkna kampanyalarının etkisini ölçme, katılımcıları ve niyetlerini tanımlama. 4- Mesajlardaki düşman etkisinin ölçülmesi. Yeni bir sosyal medya biliminin oluşturulmasını hedefleyen proje kapsamında bilgi teorisi, kitlesel grafik analizi ve doğal dil işleme dışında da pek çok teknolojiden destek alınması gerekecek. Proje araştırmasının 3 yıl sürmesi bekleniyor.

TBMM araştırdı: Askerî ombudsmanlık gerekli


TBMM Araştırma Merkezi, Silahlı Kuvvetler mensuplarının karşılaştıkları insan hakları ihlallerine ilişkin şikayetlere bakan askeri ombudsmanlık kurumunu inceledi.
Araştırmada askeri ombudsmanların görevi, haksız ve kötü muameleye ya da kötü çalışma koşullarına ilişkin şikâyetleri değerlendirmek, haksızlıkların tekrarını önlemek olarak sıralanıyor. Bunun yanında görüş ve önerileri içeren inceleme ve yıllık faaliyet raporlarını da ilgili bakanlığa veya parlamentoya sunuyor. Araştırmanın sonuç bölümünde, Silahlı Kuvvetler bünyesinde hukuk dışı ve haksız uygulamaların askeri emir-komuta zincirinden bağımsız bir organ tarafından incelenmesinin mağduriyetleri gidermek, insan hakları ihlallerinin tekrarını önlemek açısından gerekli ve etkili olduğuna dikkat çekiliyor.
Araştırmaya göre Batılı birçok ülkede söz konusu kurum mevcut. İngiltere, Hollanda, İrlanda ve Belçika'da askeri ombudsmanların bütçesi savunma bakanlığı tarafından sağlanıyor. Diğer örneklerde ombudsman bütçesi parlamentolar tarafından tespit ediliyor. Norveç ve Almanya'da askeri ombudsmanın atanmasında parlamento, diğer örneklerde yürütme organları yetkili. Askeri ombudsman, Kanada ve Hollanda'da hükümet, İrlanda'da Cumhurbaşkanı, İngiltere ve Avustralya'da ilgili bakan tarafından atanıyor.

HIV Konusunda Doktorlar Araştırması

Yunus Erduran ve Gökhan Biçici’nin sunduğu 15 Ağustos tarihli Gündem Araştırma’ da “HIV / AIDS’e Pozitif Bak” çağrısında bulunan Pozitif Yaşam Derneği’nin, “HIV Konusunda Sağlık Alanında Doktorlara Yönelik Araştırma Raporu” ele alınıyor. HIV tanı ve tedavi sürecinde yaşanan sorunlar ve HIV doktoru olmanın zorlukları, Pozitif Yaşam Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Arda Karapınar, araştırma bulguları, uzman görüşleri ve sokak röportajları eşliğinde değerlendiriliyor.

İstanbul halkının yüzde 64’ü borçlu

Megakentte yapılan ‘halkın ekonomik, sosyal ve siyasi beklentileri’ araştırmasına göre İstanbullular borç içinde yüzüyor. En önemli sorunun işsizlik ve yoksulluk olduğu araştırma sonuçlarına göre orduya güven azaldı...

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mezunları Vakfı tarafından yapılan “İstanbullular’ın Ekonomik Sosyal ve Siyasi Beklentileri Araştırması” ilginç sonuçlar ortaya çıkardı. Araştırma sonucuna göre İstanbul’da yaşayanların yüzde 64’ü borçlu ve yüzde 25’lik bir kesim ise harcamalarını kıstığını söylüyor.

Megakentin 30 ilçesinde,1522 kişiyle yüz yüze yapılan araştırma sonuçlarına göre; İstanbullular’ın yüzde 44’ü işsizlik ve yoksulluğu çözülmesi gereken en önemli sorun olarak algılıyor.

Halkın yüzde 24’ü güvenlik ve terörü ikinci sıradaki en önemli sorun olarak ifade ediyor. Araştırmaya katılanlara göre en önemsiz sorun ise yolsuzluk.

İstanbullular 10 üzerinden 7 puan vererek en çok askere güvendiğini belirtti. Ancak bu rakam 2010 yılında yapılan araştırmaya kıyasla 0.6 oranında azaldı. Güven duyulan kurumlar arasında Cumhurbaşkanlığı 6.8’le ikinci sırada gelirken, üçüncü sırayı 5.9’la Emniyet aldı. En az güven duyulan kurumlar siyasi partiler ( 3.5 puan ) ve medya ( 3.1 puan).

Yargıya güven yok 

* İstanbul’da yaşayanların yüzde 54’ünün aylık geliri harcamalarına yetiyor. Vatandaşın yüzde 26’sı harcamalarını kıstı. Yüzde 64 ise çeşitli yollarla borçlandığını belirtti. Borçlanmanın yüzde 24’ü kredi kartı, yüzde 26’sı banka kredisi, yüzde 13’ü akraba ve tanıdıktan borçla gerçekleşti.

* 2012 yılında iş bulma olanaklarının artacağını bekleyenler 38.5 oranında.

* Cumhuriyetin yüzüncü yılında, işsizliğin düşürülmesini en önemli hedef olarak görülüyor. Halkın yüzde 27’si en önemli hedefin yüksek ekonomik kalkınma hızı olması gerektiğini söyledi.

* İstanbullu’nun yüzde 71’i yargıya güvenmiyor.

* Araştırmaya katılanların yüzde 55’i Ergenekon ve Balyoz gibi davalardan rahatsız.

* Yüzde 77’lik bir kesim CHP’nin 14 günlük yemin boykotunu doğru bulmadı.

* Halkın yüzde 44’ü kendi telefonunun dinlendiğini düşünüyor.

* Bugün seçim olsa aynı partiye oy veririm diyenlerin sayısı ise yüzde 73...

Şampuan şişmanlatır mı?

Temizlik ürünlerinde şaşırtan araştırma!

Kozmetik ürünlerinin içinde bulunan bazı kimyasalların şişmanlamaya neden olduğunu hiç duymuş muydunuz?

New York Mount Sinai Tıp Merkezi'nde yapılan bir araştırma, şampuan ve sabun gibi temizlik ürünlerinin yüzde 70'inde bulunan fitalat maddesinin iç salgı bezlerinin işlevini sekteye uğrattığını gösteriyor. Endokrin salınımında görülen işlev bozukluğunun, hormonların çalışma kapasitesini etkilediği bulgusuyla karşılaşan uzmanlar, aynı etkiyi yaratarak uzun vadede obeziteye sebep olan Bisphenol-A maddesinin de plastik su şişelerinde ve biberonlarda bol miktarda bulunduğunu belirtiyor.
Organik sertifikalı Organicare Baby ve Organicum'un formüllerinde 'fitalata' yer vermeyen Işık Kırgız New York Mount Sinai Tıp Merkezi'nde yapılan araştırmayla ilgili görüşlerini şöyle açıklıyor; 
Araştırmalara göre fitalatlar vücudun hormon ve enzimlerle yönettiği kilo kontrol mekanizmasını hormonları taklit ederek çalışmaz hale getiriyor. Doktorlar bedenimizin fitalatlara çeşitli hormon dengesizlikleriyle cevap verdiğini ve bu kimyasalların direkt olarak hormonal dengeye etki ederek genç kızlarda erken göğüs gelişmesine, kadınlarda göğüs kanserine kadar varan istenmeyen sonuçları olduğunu belirtiyorlar.

KİMYASALLARA DİKKAT
Özellikle erken yaşlarda, fitalat içeren kozmetiklerin kesinlikle kullanılmamasını, koku ve içeriği organik olan kozmetiklerin, organik bebek ürünlerinin kullanılmasını öneriyorlar. Vücudumuzdaki en büyük organ olan cildimiz, hergün kullandığımız kozmetik ürün kimyasallarının yüzde 40-60 kadarını emilim yapıyor. 
Özellikle şampuanlar, içeriğine hiç dikkat etmeden kullandığımız  kişisel bakım ürünlerinin başında geliyor. Bu yüzden şampuan alırken özellikle bazı kimyasallara dikkat etmemiz gerekiyor. Başta kanser olmak üzere bir çok hastalığın nedenlerinin,  bilinçsizce kullandığımız sentetik kozmetik  maddelerin vücudumuzda yarattığı toksik etkiler sonucu ortaya çıktığı bilinen bir gerçek. Erken hormonal gelişime ve obeziteye neden olan fitalatlar da bunların başında geliyor.' Eczanelerde satılan Organicum ve Organicare Baby ürünlerini hazırlarken organik bazlı çevreye ve insana duyarlı geleceğin ürünlerini ürettiklerini dile getiren Işık Kırgız şampuan seçiminde dikkatli olunması gerektiğinin altını çiziyor.

Paraben:
Tüm kozmetik ürünlerinde koruyucu-bakteri öldürücü olarak kullanılırlar. Vücutta östrojen hormonunu taklit eden bir yapı içerisinde biriktiğinden gençlerde genital bozukluklara, yaşlılarda ise kansere yol açabilmektedir.
Sodium Lauryl Sulphate (SLS ve SLES): 
Yüzey aktif köpürücü maddedir. Ciltte tahrişe neden olarak saç kök hücresine zarar verir. Saç incelmesine ve dökülmesine yol açtığı kanıtlanmıştır.
Silikon:
Saç gövdesinin canlı ve parlak görünmesi için saç bakım ürünlerinde kullanılır. Cildi kaplayarak solunumunu engellerler. Cildi tahriş ederek sivilce ve tümör oluşumunu teşvik ederken egzama, sedef, pullanma gibi deri hastalıklarına ve kansere neden olabilmektedir.
Renklendiriciler: 
Sentetik renklendiriciler petrol ve türevlerinden, kömür katranından elde edilmektedir. Ağır metal tuzları ihtiva ettiklerinden deri altında toksik birikime neden olurlar. Yüksek dozlarda veya sürekli kullanımda kanserojendir. Deride allerji ve kaşıntı yaratabilir.
Fitalatlar:
Yumuşatıcı ve dezenfektan olarak kullanılır. Son yıllarda yapılan çalışmalarla fitalatlar çocuklarda obezitenin yanı sıra alerjik hastalıklar ve astıma, yetişkinlerde hormonal dengesizliklere, kadınlarda göğüs kanserine kadar varan problemlere neden olduğu bulunmuştur. Üreme organları ve lenf sistemi üzerinde kronik zehirli etkisi tespit edilmiştir, özellikle erkeklerde uzun vadede kısırlığa neden olmaktadır. 
Kıvam vericiler:
Sentetik kimyasallarla birlikte yüksek oranda sodyum klorür (tuz) ve türevleri kullanılarak kıvam arttırılır. Aşırı oranlarda kullanılan tuz ciltte tahrişe, alerji ve döküntülere neden olur. 
Sedefli görünüş ve opaklık veren hammaddeler:
Yine bunlar da çoğunlukla doğadan uzak petrokimya sanayi ürünleridir, uzun vadede deri lezyonlarının oluşmasına neden olurlar.

Kadıköy'de kalite Adalar'da huzur var

Kadıköy'de kalite Adalar'da huzur var

İTO'nun yayınladığı bir araştırmaya göre İstanbul'da yaşam kalitesi sıralamasında ilk sırayı Kadıköy alıyor. Yaşadıkları ilçeden en çok memnun olanlar Adalar'da, en stresliler ise Esenler'de yaşıyor
İstanbul Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Murat Şeker'in gerçekleştirdiği ve İstanbul Ticaret Odası (İTO) tarafından yayınlanan "İstanbul'da Yaşam Kalitesi Araştırması" İstanbul'daki 39 ilçeye ilişkin çarpıcı veriler içeriyor. 18 yaş üstü 2 bin 410 kişiyle yüz yüze görüşmelerde kentselmemnuniyet, yaşam kalitesi ve beklentiler sorgulandı. Araştırmaya göre İstanbul'un en önemli üç sorunu trafik, nüfus yoğunluğu ve asayiş... Araştırma sonuçlarına göre, 39 ilçe arasında Kadıköy yaşam kalitesinin en yüksek olduğu ilçe. Kadıköy'ü, Beşiktaş, Beyoğlu ve Şişli izliyor. Yaşam kalitesi endeksi sıralamasında son sırada Esenler yer alıyor. İstanbulluların belediye hizmetlerinden memnuniyet düzeyinin ortalaması 10 üzerinden 5.82 olarak ölçülmüş. Kent sakinlerinin genel olarak hayatlarından memnuniyet düzeyleri ise 10 üzerinden 6.02.

EN STRESLİ İLÇE 

Sultanbeyli, Kâğıthane, Kartal ve Pendik'te yaşayanlar işinin çok stresli ve zahmetli olduğunu belirtirken işini severek yaptığını ifade edenler ağırlıklı olarak Çatalca, Şile ve Adalar'da yaşıyor. Aldığı ücretten memnuniyet düzeyi yüksek olanların yoğunlaştığı ilçeler Ataşehir, Şile, Çatalca, Zeytinburnu ve Beşiktaş iken memnuniyet düzeyi düşük kalan ilk üç ilçe; Sultanbeyli, Arnavutköy ve Sancaktepe.Evinde kendini güvende hissedenlerin çoğunlukta olduğu ilçelerin başında 8.71'lik oranla Şile ve 8.56 oranıyla Adalar geliyor. Bayrampaşa yüzde 5.50 ile evinde kendini güvensiz hissedenlerin oranının en fazla olduğu ilçe olurken Bayrampaşa'yı Bağcılar ve Güngören izliyor. Gece yalnız yürürken duyulan güvenlik açısından Büyükçekmece yüzde 7.78 ile ilk sırada yer alıyor, onu Silivri ve Ataşehir izliyor. Gaziosmanpaşa, Esenler, Bağcılar ve Bayrampaşa'da yaşayanlara göre ise geceleri sokaklar tekinsiz.

ETNİK GERİLİM 

Her yüz kişiden yüzde 33.17'si zaman zaman siyasi görüşünden dolayı baskı hissediyor. Dini inanç ve davranışlardan dolayı baskı hissedenler yüzde 26.14'ü, gelenek ve göreneklerinden dolayı baskı hissedenler ise yüzde 26.08'i buluyor. Etnik gerilim yaşadığını belirtenlerin yüzde 6.83'ü Bağcılar'da yaşıyor, ardından Güngören, Sancaktepe ve Fatih geliyor. Büyükçekmece, Çatalca ve Silivri ise bu kategoride sıralamanın sonunda yer alıyor. Dini gerilimin yüksek olduğu ilçeler ise Güngören, Sancaktepe, Beşiktaş, Avcılar ve Esenler olarak sıralanıyor. Yaşadıkları ilçeden memnun olanların başında 9.02'lik yüzdeyle Adalar gelirken onu Şile, Silivri, Büyükçekmece ve Çatalca izliyor. Arnavutköy (4.62), Gaziosmanpaşa (4.98), Sultanbeyli (5.08) ve Bayrampaşa'da (5.36) yaşayanlar ise ilçelerinden memnun olmayanlar.

Alanya'da 5 Bin Yıllık Liman



Antalya’nın Alanya ilçesinde yapılan sualtı araştırmalarında, Syedra Antik Kenti’nin bilinmeyen 5 bin yıllık limanının yerinin tespit edildiği ve sualtı çalışmalarında Tunç Çağı’ndan kalma eserlere rastlandığı bildirildi.
Antalya’nın Alanya ilçesinde yapılan sualtı araştırmalarında, Syedra Antik Kenti’nin bilinmeyen 5 bin yıllık limanının yerinin tespit edildiği ve sualtı çalışmalarında Tunç Çağı’ndan kalma eserlere rastlandığı bildirildi.
Alanya Belediyesi’nin desteğinde, Doğu Akdeniz Üniversitesi Sualtı Görüntüleme ve Araştırma Merkezi ile Selçuk Üniversitesi Sualtı Arkeolojisi Bölümü tarafından sualtı çalışmaları yürütülüyor. Doğu Akdeniz Üniversitesi Sualtı Görüntüleme ve Araştırma Merkezi Başkan Yardımcısı Sualtı Arkeoloğu Hakan Öniz, Alanya’nın Seki köyü yakınlarında yaptıkları dalışlar sırasında, Adataşı adı verilen ve kısmen doğal liman olan bölgede, Syedra Antik Kenti’ne ait 5 bin yıllık limanın yerinin tespit edildiğini kaydetti.
Araştırmalarda, kıyı ile yarım ada arasında, çoğunluğu Roma dönemine ait mimari parçaların varlığını belirlediklerini anlatan Hakan Öniz, şöyle konuştu:
“Tabi ki binlerce yıllık zaman içinde büyük dalgaların ve fırtınaların, belki de depremlerin hedefi olması nedeniyle mimari formun çoğunluğu yıkılmış şekilde denizin altında kısmen ayakta duruyor. Bir yerin liman olduğunu vurgulayabilmek için tek başına mendirek ve rıhtım yapılarını bulmak yeterli değil. Liman olduğunu düşündüğümüz bölgenin dibinde yaptığımız araştırmalarda Tunç Çağı’ndan itibaren kullanıldığını düşündüğümüz 11 taş çapa, 7 antik sütunu tespit ettik. BÖylelikle bugün de balıkçılar tarafından kullanılan bu liman, belki de 5 bin yıldır balıkçılar tarafından kullanılmakta. Bunun bir diğer ispatı da, balıkçıların eskiden kullandıkları taştan yapılmış ağ ağırlıkları olduğudur. Denizin altında 5 tane ağ ağırlığı tespit ettik. Böylelikle bölgede Tunç Çağı’ndan itibaren kesintisiz şekilde denizciliğin ve balıkçılığın yapıldığını görüyoruz. ”
Hakan Öniz, sualtı araştırmalarının ay sonuna kadar devam edeceğini, araştırmalarda arkeolojik kalıntıların belirlenmesinde özel sonar cihazlarını da kullandıklarını anlattı. Türkiye kıyılarının yüzde 99′unda sistematik sualtı araştırması yapılmadığını vurgulayan Öniz, şöyle devam etti:
“Çalışmalarımız, Türkiye’de hiç yapılmamış sistematik sualtı araştırmaları şeklinde oluyor. Tespit ettiğimiz bölgede, o yerin kıyı boyunu tamamen tarıyoruz. Araştırmalarımızda, önceden belirlediğimiz arkeolojik kalıntıların yerini tespit ederek, bütün sualtı kalıntılarının envanterini çıkarıyoruz. Sualtı arkeolojisi dünyada da yeni bir alan. Dolayısıyla ülkemiz kıyılarının yüzde 99′unda sistematik şekilde sualtı araştırmasının yapılmadığını söylemek mümkün. Kültür varlıklarını korumak istiyorsak, nerede bir eser olduğunu tespit etmemiz ve bunları envantere geçirmemiz gerekiyor. Bizim amacımız doktora çalışmamızı yürütürken şimdilik Antalya kıyılarında, daha sonra da ülkemiz kıyılarının tamamında denizaltındaki her türlü tarihi eserimizi envantere geçirmektir. ”